Birbirini tamamlamak ve bir bütüne hizmet etmek için iki ayrı beden ve iki ayrı cinsiyete sahip ruhlarız biz. Ama yüzyıllardan beridir bu birlikteliği tamamlamak yerine güç dengesi veya dengesizliği üzerine konumlandırmayı seçiyor egolarımız. Bir taraf mantığı temsil ederken diğer taraf duyguları, bir taraf fiziksel dayanıklılığı temsil ederken diğer taraf empati gücünü, bir taraf avlanmayı temsil ederken diğer taraf birliği korumayı temsil eder. Bu dönüşümün kimde olacağının önemi yoktur. Ama bu harmonik denge, dengesizliğe dönüşmüş süregelen yıllarda. Kadın verim, doğa, bereket iken kıraç bir toprağa dönmüş. Erkek tohumken, suyken, filizken, fırtına olmuş, sel olmuş. Nedendir bilinmez, harmonik denge bozulmuş ve yine yüzyıllardır süre gelen cinsiyet eşitliği mücadelesi başlamış. Evrimleşme bazen doğal seleksiyona karşı gelen yanlış bir evrilmeye dönüşebiliyor. Fiziksel güçlülük zihinsel algıların kapanmasına neden oluyor belki. Sayısal zihin geliştikçe, duygusal zihin atıl kaldıkça sadece kullandığımız kaslarımızın gelişmesi gibi, kullanılmayan zayıf kalabiliyor. Aynı sağ elimizi kullanarak sol elimizi güçsüz bırakmamız gibi.

Cinsel eşitlik kavramı günümüzün tirajik sorunlarından. Kadın aile içi şiddet gören, okumayan, kimi zaman vatandaşlık haklarından, kimi zaman çalışma ve okuma hakkından dahası kimi zaman medeni haklardan ve ötesi ve en kötüsü insan haklarından mahrum kalan bir statüye sahip. Toplumsal akımlar, sosyolojik dengeler, inanışlar kadını bir noktadan diğerine getirmiştir. Kimi zaman kadını koruma gayesi ile getirilen toplumsal kurallar, kuralın getirildiği dönemin ötesine geçememiş, doğada ve koşullarda değişim kadına verilen yeri değiştirmemiştir. Üstelik kadınlar bir toplumsal sınıf algısı ile “bir adım geride” eğitilmiş, eğitim anneden çocuğa utanç,eksiklik, kapanma, görünmeme üzerine bir koruma iç güdüsü ile varlığını sosyal alandan silme noktasına getirmiştir. Eğitimin korunma kabuğundan sıyrılıp eşitlik üzerine konumlandığı yerlerde ise mücadeleye dönüşmüş ve kadın haklı sınıfını evrilerek ve kimi zaman avlanma iç güdüsü- fiziksel dayanıklılık güdüleri ile karşı cinsin yanında durabilmek için karşı cins gibi olmak zorunda olarak mücadelesini anlamlandırmıştır. Her durumda kadın ya yok olma, ya karşı cinse benzeme noktasında kendine uzak noktalara savrulmaktadır.

Cinsel eşitlik kavramına inanan her iki eğitimli, modern, toplumsal statüsünün yüksek ve hatta maddi gücü de ortalamanın üzerinde olan cinsin bir günlük yaşamını gözlemleyelim. Modern ve cinsel eşitliği sonuna kadar savunan, eğitimli, bilinçli, kadına saygılı erkek uyanır. Banyoya gider, duş alır, dişini frıçalar, saçını tarar, giyinir ve işe gitmek üzere yola koyulur. Eğer yalnız yaşıyor ise kahvaltısını bir şekilde geçiştirir. Eğer birlikteliği var, evli ise eşinin hazırladığı kahvaltıyı yapar veya sandwichi yanına alır. İşe girer,ogün toplantısının olup olmaması, müşteri ziyareti var ise ziyaretin olduğu yer-alan önemli değildir. Giyimi her iş günündeki gibi takım elbise veya spor bir pantolon-gömlek veya tshirtten oluşmuştur. Akşama kadar işinin gerektirdiği profosyonellikle mücadele eder. Arkadaşlarıyla biraraya gelir, futboldan-siyasetten veya herhangi bir konudan muhabbet eder, akşam ne yiyeceğini, nasıl plan yapacağını düşünür. Kimi zaman mesaiye kalır stres içinde çalışır, kimi zaman sevgilisi ile vakit geçirmeyi düşler, kimi zaman arkadaşlarıyla birşeyler içip rahatlamayı veya maça gitmeyi. Eve gelir, üzerini değişir, uyur. Aynı statüdeki kadın uyanır, duş alır, saçını yapar, makyajını yapar, gideceği yere göre- toplantısına göre giyinmek zorundadır, daha kapalı, daha feminen, daha erkil, daha ciddi, daha şık..Günü ve gündemine göre giyinir. Ayakkabısını seçer. Gerekirse yedek ayakkabı almalıdır. Kahvaltı hazırlar. Yalnızsa geçiştirir. Gün içinde insanların bakışlarından iyi giyinip giyinmediğini anlamaya çalışır, bacaklarına dikilen bakışlar var ise “acaba kısa mı giyindim” diye rahatsız olur, eğer toplantı sırasında göğsüne kayan bakışlar var ise dekoltesini nasıl kapatıp bu toplantıdan çıkmalıdır bilemez, daha kapalı giyinse bu seferde silinir, parlayamaz, daha açılsa sadece bedene dönüşür duramaz. İnsanların duyguları ile empati kurmak üzerine kodlanmış beyni, iş arkadaşlarının yüz mimiklerine kayar, kimi zaman kendi üzerine mi alınmalıdır, kimi zaman “neyi var acaba” diye beyninde vızırdayan yüzlerce düşünceyi kovamaz. Kendisini kanıtlarken aklıyla ortaya çıksa da kendini saklasa da bir şekilde bedeni ve hormonlarıyla masada kalır. Hep duvarlarıyla durmalıdır. Ne zaman sınır bilmez bir elin kendi alanına sıçrayacağı, istila edileceği bilinmez. Bekler. Saygı bekler, sevgi bekler, anlaşılmayı bekler. Beyninin duygusal zekasını öldürse bu sefer kadın olmadığından erkek gibi davrandığından şikayetçi olur çevresi yine rahata eremez. Hem olmalıdır, hem olmamalı. Evini düzenlemelidir, yemek yapmalıdır, ütü yapmalıdır, düzenli olmalıdır. Kadın olmalıdır! Bir çok insanın ağzından duyduğumuz bir cümledir bu. “Kadın, kadın gibi olmalıdır!”.

Karşı cinsle ilişkisinde sevgi, sevecenlik, samimiyet arar. Dahası saygı arar. Varolduğunun ispatıdır. Ama kadın çok duygusal olsa, yapışır korkusu yaşar erkek, çok arayıp sorsa “bağımlılık korkusu”, çok vakit geçirmek istese, plan program yapsa “özgürlük korkusu”. Kadın kadın gibi giyinse, başkaları tarafından istila edilir korkusu, giyinmese beğenilmeme korkusu. Çok konuşsa “dırdır eder” korkusu, konuşmasa “mazlum korkusu”, hislerini anlatmasa “soğuk olma” korkusu, anlatsa “duygusal” olma… Kadınla erkek birbirine sarılmak için bile korkar. “Ya boğulurlarsa korkusu”… Korkular ilişkileri yüzeyselleştirir. İnsanları insanlara kıydırır. O kadar çok tarla vardır ki, erkek tohumu hangi tarladan filizlendirsin bilemez. Oysa sadece birini seçse, yemyeşil, verimli, rengarenk, huzurlu bir tarlası olacaktır. Ama dağ tepe toprak baktığı yerden uzanır, hepsini ister, hem aynı anda hem ayrı ayrı. Saygı duyar tabi, fiziksel şiddete karşıdır. Duygusal şiddeti bilmez, tanımaz, kabul etmez ama. Mesela aldatma tamamen biyolojik ihtiyaçtır, kimi zaman daha yeşerebileceği bir tarla bulmuştur kimi zaman yanlışlıkla savrulmuştur. Ama el kaldırmamıştır, üzmek istememiştir, kıraç olsun, verimini düşürsün istememiştir. Özgürce savrulmuştur. Duygusal şiddet bilincinin tanımadığı bir şeydir. Kadına saygılıdır erkek, el kaldırmamıştır.

Her çeşit cinsel eşitliği savunan kampanyada ön sırada bile yer almıştır. Çok yakın kızarkadaşlarıyla omuzomuza durmuştur onların savaşlarında. Kadının eğitimini savunur, seçilmesini savunur, aynı iş olanaklarından yararlanmasını savunur. Ama o en büyük savunucunun bir şekilde bir aldatma hikayesi çıkar ortaya. Kimse de “noldu cinsel eşitliğe” diye sormaz. Çünkü içsel olarak aynı durumda olan binlerce savunucudan biridir. Üstelik cinsel ayrımlaşmada kadın bile bu durumu bir cinsel eşitlik hakkı gibi görmez.

Erkek mi suçludur yani? Kadın, kendini beden olarak gören, kimi zaman sunan kadın masum mudur? Sosyal medyada bacağını, göğsünü, dekoltesini özellikle paylaşıp hayran kitlesi uyandırmaya çalışan, kendisini sergileyen kadın… Kendisine saygı duymadan, sadece bir ilişkisi olup kendini kanıtlamaya çalışan kadın. Egosu bedeniyle tavan yapmış, bedenini amaçları için bir fırsat gören kadın… Beğenilere doymayan, aldatmayı erkek yaptığı için hak bilen, buna özgürlük, eşitlik, modernlik diyen kadın… Pırıl pırıl tenine ne yapacağını şaşırıp, göz bebeğine anlam vermek yerine anlamı göz kalemine bırakan kadın. Kendisi olmayan, her moda akımını takip eden, trend olan ve böylece çağdaş olan kadın… Eşitliği, özgürlüğü, mücadeleyi ruhunda bilmeden, bedeniyle varolan muhteşem ve özgür kadın…

Bir gün bedenimiz yerine ruhumuzu da beslemeye başladığımızda cinsel eşitliği göreceğiz. Annemiz bizim için erken uyandığında, onunla aynı saatte uyanıp birlikte güne başlarken, saçını onun için tarar, o da sana eşyalarını uzatırken, iş arkadaşın sabah geldiğinde sadece gözlerine bakar, toplantıda mesleki becerisi ve aklına yoğunlaşırken, kadın masada zekasıyla varken.. Sosyal medya hesaplarında kendisini tanımlayan paylaşımlara ilgi gösterip,bedeninin sadece varlığının bir parçası olduğunu kimi zaman ona öğretirken, “he for she” gibi Birleşmiş Milletler tarafından başlatılan, milyonlarca erkeğin “kadın için erkek!” diyerek tamamın bir yarısının diğer yarısını gerçekten anlamaya, gerçekten desteklemeye kendini adadığı kampanyalarda yer alırken. Eşitliğe inandığı fiziksel şiddeti haksız bir vahşet gördüğü kadar duygusal şiddetten de uzak durduğu, seçim hakkını sadece kendisinde bulduğu, karşı cinsi değersiz ve yetersiz hissettirip planları sadece kendi seçimleriyle yönlendirebileceğini öğrenmiş bilinçaltını temizlediğinde… Hormonlarının kendisine yaptığı baskıya “hak-özgürlük-anlık- biyolojik” açıklamalara sığınmaksızın kendisini eğitirken… Kadının kendisini erkek gibi değil, kadın gibi, madde gibi değil, tam bir varlık bilinciyle duruş sergilerken, bedeniyle değil bütünlüğüyle varolmayı seçerken eşitliği yaşayacağız. Savunmadan birbirimizi yeniden tamamlayan iki cins olacak ve cinsel eşitliği ruhlarımızla tamamlayacağız. Ama bugün için mücadeleye devam!