“Deriiinnce bir nefes al. Sonra sakince, içinde hiçbir şey kalmayacak şekilde ver. Nefesini verirken sadece ama sadece nefesine odaklan.”
Biliyorum. Çok zor bu şekilde, bu cümlelerle odaklanmak. Hele bir de benim gibi sabırsızsanız, neredeyse mümkün değil. İnsanın içini susturabilmesi mümkün mü bilmiyorum. Bildiğim, emin olduğum bir şey var ise; insanın içini hiç dinlememesi, içini umursamaması, kendi sesine ihtiyacı olamazmış gibi davranmasının, kendisine yaptığı en büyük kötülük olmasıdır.

Küçücük çocuklardık biz. Kocaman yüreklerimiz vardı. Sonra bir baktık, koca koca insanlar, her türlü saklambaç oyununa kendilerini hapsetmişler, “ben güçlüyüm”, “ben … yaşındayım”, “ben …. da yöneticiyim” gibi büyüklükler taslayarak kendilerini kapatıyor, kandırıyorlar. Umursamazlık başlıyor sonra. Hisleri dinlemeyince karşılaştırmalar ve “mış gibi” yaşamalar başlıyor. Seviyormuş gibi, mutluymuş gibi, düşlüyormuş gibi, inanıyormuş gibi… Zulüm geliyor ardından. Kendine zulmediyor insan “mış gibi”lerle. Sonra inandırdıklarına zulmediyor. Umursamazlıkla zulüm arasında yaşayıp gidiyor ve çoğunlukla “benim meselem değil” diye düşünerek hiçbir haksızlığa, hiçbir adaletsizliğe karşı çıkmıyor insan. Kendisi ile alâkalı olmayınca, bir başkasının üzüntüsü ile, hisleri ile ilgilenmiyor; bu sadece adaletsizlik yapanı ve haksızlığa uğrayanı ilgilendirir gibi davranıyor insan. Kimse ağzını açıp tek bir laf etmiyor yanlış olana. Tepki koymuyor. Normalleştiriyoruz her türlü duygusuzluğu duyarsızlık ile. Başımıza gelince ki gelmeme ihtimali yok bu düzende, içimiz acıyor. Acıyı bile dinlemeden, kendimize de duyarsızlaşarak yürüyüp gidiyoruz. İnsan duygularını unutunca, hissetmeyi unutuyor. Hissetmeyi unutunca, bir başkası ne hissedebilir bilmiyor. Empati kuramıyor. Bu silsile, uzuyor gidiyor da biri çıkıp içini dinlemiyor. Dinlese böyle olmazdı elbet.
Sonunda bence dünya isyan etti! Bize kendimizi dinlemek zorunda olduğumuzu hatırlatmak için evlere kapattı, yalnızlaştırdı, düşünmemiz için bize fırsat tanıdı.
Dinleyin. İçinizi dinleyin. Alın 5 yaşındaki halinizi karşınıza. Dinleyin onu. Bugüne kadar onu neden dinlemediğinizi, onu nelere karşı korumaya çalıştığınız için sesine kulak vermediğinizi anlatın. Sonra sıkı sıkı sarılın çocuk halinize. Başını okşayın. “Geçti, sen hep içimdesin ve ben seni görmezden gelmeyeceğim” deyin. Sonra da kalbinize sorun. Herşeyi sorun. Susturmayın.
O zaman nehirler nasıl berraklaşacak, gökyüzü mavi rengine nasıl kavuşacak ise siz de ruhunuza kavuşacaksınız. O zaman doğa dünya ile, evren dönüşümle, siz kendinizle barışacaksınız. Tüm enerjilerin, kuantum sıçraması ile birbiri ile titreşik olduğu düzende kendinizle tanışın. Kendinizi sevdikçe, kendinize saygı gösterdikçe, içinizdeki çocuğa merhametli oldukça herşey düzelecek. Ve güzelleşecek dünya biz yeniden insan oldukça. Biz yeniden, tüm benliğimizle sevebildikçe!