Genelde ağlayamam. Büyük, çok büyük acılara, küçük bir çocukken ağlamaya yeltendiğimde “yut çabuk” isimli anne kalayı sayesinde gelişmiş bir bağışıklık sistemim var. Bu bağışıklık sistemi bazen, hiç beklemediğim anlarda çöküyor. Merkürün geri gitmesi esnasında bilgisayarın işletim sisteminin çökmesi gibi ama konu bu değil.
Evde yalnız yaşamak yerine aile birliği içerisinde olmaya inandım hep. Kapı kilidini çevirdiğinde evden müzik ya da televizyon sesi gelmesi, ocakta fokurdayan tencere veya çaydanlık, ışıklar, evde alınıp verilen bir nefesin sıcaklığı evi canlı tutar. Anılar yaratır. Yaşayan bir ev aile demektir. Yıllardır kız kardeşimle yaşıyordum. Benim yuvamdı o.
Bugün kapıyı açtım. Karanlıktı. Biraz soğuk. Annem yeni gittiğinden arap sabunu kokuyor çokça. Sessiz. Odaları gezdim. Terkedilmiş gibiydi. Tek tesellim, kardeşimin yeni bir yuvası olması, bir yerde yanan ışıklar, gelen televizyon sesi, fokurdayan çaydanlığa ait bilinç. Kahve demledim. Kardeşim gitmişti. Ailem dağılmış gibi hissediyordum. Televizyonu, müziği, hiç bir şeyi açamadım. Sessizlik ve karanlığa uzuuun uzuuun baktım ve ağlamaya başladım. Önce dinecek sandım, dinmedi. Günlerdir içimde biriken bir üzüntü fırtanısında sırılsıklam oldum. Bir küçük kız geldi yanıma karanlığı yarıp. Minik burunlu, dalgalı saçlı bu kızı tanıyorum ben. Bu kız galiba benim. Minik elleriyle dizime vurdu iki kez. Ben ona dikkat kesilince ellerini yana doğru açtı. Sarıldım ona sıkıca, başından öptüm, boynunu kokladım, okşadım saçlarını. “Ne yaparsam yapayım gitme, ne olursa olsun sev beni” dedi. Sarıldım, söz verdim. Kendimi sarıyordum kendime geldiğimde. Bu evde ailem artık kendimden oluşuyordu.
İnsanlar fikirlerini değiştirebilirler her an, başka yuvalar kurabilir, sizden gidebilirler. Kafaları karışabilir, bazen söz verir unuturlar, bazen söz vermesi için gözlerinin içine işlersiniz kendinizi, asla bir kelime öteye gitmezler. İnsanlar, malınız değil elbet, giderler. Bazen sizin kalmanızı beklerler, “kal” diyemediklerinden gidişinizi izlerler kıpırdamadan. İnsanlar bazen kalabalık olur, kim geliyor, kim gidiyor yaşar giderler anlamadan. İnsanlar bazen el ele kalır, nefes nefese, hiçbir şeye aldırmadan. Bu insanların kimi sevdiğiniz, kimi arkadaşınız, kimi kardeşiniz… İnsanların varlığına alışmak yoklukta imtihan demektir. O yüzden de her yaştan kendiniz ailenizin gitmeyen fertleri demektir. Teklik bir delilik halidir.
Karanlığa sığınan gölgeler gibi şimdi ev. Bense
giden insanlara kızıyorum gizlice. Babamın gidişine hala kızgınım mesela. Kardeşimin gidişine de bir parça kızgınım belki ama evlendiği için bu düşüncem de çocukça. Anlamlı olması gerekmiyor ki kızgınlıkların. Gidişler hep anlamlı mı sanki? Çocukluk işte. Bağışıklığı etkiliyor ama. Bugün bağışıklığımı kaybetmiş olabilirim. Gözlerim şiş nitekim. Çocuk olmak da zor. İçimdeki kız çocuğu hep “sev” diyor. Hep “kal” diyor. İçimdekiyle gel kolaysa sen yaşa. Her 28 gün içinde kimi zaman bilmiş, kimi zaman ergin, kimi zaman ergen, kimi zaman anne, kimi zaman çocuk, kimi zaman sadece ben. İçimdeki kız çocuğu bazen hırçın. Bazen sessiz. Biliyorum korunmak istiyor. İçimdeki kız çocuğu benden gitmememi istiyor. Ben o yüzden hep kalanım! O da hep içimdeki kız çocuğu.