Pazartesiler suçludur. Tatil gününün arkasından gelmek sıraya girmiş günler için talihsiz bir “ilk”. Hatta haftanın “birinci” günü olmak, en kötü “birincilik” unvanı. Hayatlarımızda hep “birinci” olmak için rekabet ederken, bu birinciliği pek sevmiyoruz. Ne kadar önemlidir değil mi birinci olmak? Birinci olduğumuz için doğarız. Sonra “en birinci” olmak için çabalarız küçükken. Okula başladığımızda sınıf birincisi olmak gurur kaynağıdır. Sınavlarda birinci olmak zirveye çıkan yolun bir basamağıdır. Yarışır dururuz. “daha iyi” olmak için. Birbirimizi geçmek üzere kodlanırız. En sevdiğimiz insanlardan bile “daha iyi olmak” zorunda kalırız. En sevdiğimiz kızarkadaşımızdan daha güzel olmak isteriz, sınıf arkadaşlarımızdan daha başarılı, takım arkadaşlarımızdan daha fazla sayı atmalıyızdır, sıra arkadaşlarımızdan daha iyi notlar almalı, eşimizden daha iyi kazanmalıyızdır, iş arkadaşımızdan daha deneyimli olmalı… Bu döngüyü sonraki nesillere aktarırken de daha iyi ebeveyn olmalıyızdır. Çünkü daha iyi olmak yarışı kazanmak demektir.

Hiç aklınıza geldi mi yarışmaksızın toplum olarak mutlu olmak? Daha güzel olmadan sadece duru olmak mesela. Bir sınıf olarak başarılı olmak, sıra arkadaşımıza anlamadığı konuları anlatıp onun da başarılı olması için çabalamak. Attığımız sayıyı hesaplamadan takım olarak kazanmak, kaybetmek, birlikte yürümenin mutluluğunu yaşamak. Eşimizden daha iyi kazanmaya değil de birlikte mutlu olmaya ve paylaşmaya odaklanmak. İş arkadaşlarımızın deneyimlerinden yararlanırken kendi zekamızı paylaşabilmek, terfiye değil üretmeye odaklanmak. Ebeveynler olarak “ben” değil, “biz” i öğrettiğimiz nesiller yetiştirmek. Yani kaybedenin olmadığı bir hayata adım atmak güzel olmaz mıydı?

Değişebilir miyiz bilmiyorum. Dönüşebileceğimize inanıyorum ama. Bir kur’a dır doğduğumuz kimlik. Kimliğe bir ömür verilmiştir. Ömrü nasıl geçirebileceğimiz, nasıl şekillendirebileceğimiz bizim seçimlerimizdir. Bu kimliğin amacını bulmak zorundayız. Sanırım bu amaç “daha iyi” olmaktan “daha farklı” bir çekirdeğe dayalıdır. Varlığımızın nedeni daha zengin, daha benli, “en birinci” olmak üzerine değildir eminimki. Kimimiz adalet dağıtmalı, kimimiz eğitmeli, kimimiz üretmeli… Hepimizin değdiği, değeceği bir “amaç” var. Farkına varırsak amacımızın, yürüdüğümüz yolların anlamı olur. Bu yol yaşam denen bazen uzun, bazen kısa ama hep sınırlı bir çizgi. “Daha” değil “amaçlı” olmalıyız. Ne için yaşadığımızı kavrarsak, varlığımızı anlamlandırırsak kimseyle yarışmadan sadece yaşadığımız bu ömre hizmet ederiz.

Hakkımız var mıdır bir başkasını üzmeye? Elbette yoktur. O zaman dahaları bırakmalıyız. Dahayı aradığımız bu kayboluşlardan vazgeçmeliyiz. Evren hepimizin ruhlarının taşıdığı enerjiden oluşuyor. Birbirimize de kendimize de bunu yapmaya hakkımız olduğunu nerden çıkardık? Akan her saniyenin farkında kalıp anda bulunmak için amacımızı bulursak, pazartesinin salıdan, salının, cumartesinden, perşembenin pazardan farkı kalmayacak. O zaman gelsin sendromsuz pazartesiler… Bitirmek için değil, yaşamak için geçirilen saatler!

hfghfhfd