Dünyaya geldiğimizde tertemiz bir bellekle çakmak çakmak etrafa bakıyoruz. Sıfır noktasından inanılmaz bir yükleme ile ölene kadar, belki de bir kaç şehiri dolduracak kadar yüklü bilgisayar hafızalarına sahip belleklerden oluşan bir bilince sahip oluyoruz. Düşüncenin bir kısımını işleyip bilinçaltına atıyoruz. Hafızaya kaydedip arşivliyoruz. Öğrenme hızlarımız ile beyin karakterlerimizin ise genetik kodlarımızla bir armağan olarak aktarıldığına inanıyorum ben. Tarihi kodlarımızın olduğunu, beslenme alışkanlıklarımız, savunma mekanizmalarımız, düşünce bantlarımız, belki de atalarımızın yaşadığı gidip görmediğimiz yerlara ayak bastığımızda genlerimizin bulduğu huzura kadar, yazılmış kodlarımızda öğrenme olmaksızın arşivlenmiş bilgiler var. Bedenin öldüğü ancak beynin ölmediği, yani bu hafızanın, bu arşivin yokolmadığı bir dünya düşünün. Ama bugünkü konum beynin ölümsüzlüğü değil, çocukken dünyaya verdiğimiz “burdayım” mesajı ile varoluşumuz.

Çocuklardan öğrenecek çok şeyimiz var. Çocukken büyüklere öğretecek çok şeyimiz vardı. Ebeveynlerin yetiştirme tarzları, aile içi ilişkileri, çocukla olan ilişkileri iç içe girmeseydi tek başına çocuk, hayalde sınır tanımaz, korkusuz, dünyayı ve evreni çözebilecek şekilde kalırdı. Üstün insan olarak… Oyunda, meydan okumada, aşkta, masumiyette, paylaşmada, samimiyette, hırçınlıkta, sevgide, şefkatte, cesarette sınır tanımaz, dur duraktan anlamaz bir halde ve şaşkın. Büyüdükçe “yapma çocuğum”, “onu yaparsan başına şu gelir”, “böyle davranırsan cezalandırırım”, “şöyle olursa düşersin” gibi koruma veya eğitme güdümlü yaklaşımlarla disiplinle birlikte o dahi dünya yerini birbirine benzeyen kafa yapıları, düşünce yapıları, yaratıcılıktan uzak ve hatta korkak ve daha kötüsü tembel birbirinin aynı zihinlere dönüşüyor. O yüzden ben daha okula başlamamış, etraftan daha az müdahale alan, o en yaratıcı dönemlerindeki çocuklarla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Arkadaşlarımın çocuklarının hikayelerini dinlemeye bayılıyorum. Çünkü kimsenin düşünemeyeceği şeyleri düşünen, kuramayacağı cümleleri kuran bu yaratıcı beyinler bambaşka bir dünyanın canlıları ve o uzaylı kahramanlar evrenin gizli sırlarını bize veriyorlarmış gibi.

Annesi ile babası evlendiği için ağlamaktan helak olmuş bir çocuk gördünüz mü hiç? Bu var olan bilgiyi öğrenmek çocuğu çileden çıkarır çünkü onun dünyasında anne ve baba arkadaştır ve ondan gizli nasıl evlenirler? Kimi zaman ağlarlar, sorarsın niye ağladığını, “bilmiyorum ama kendimi susturamıyorum” diye samimi bir cevap verirler. Büyümelerine şaşırırlar, küçük ayakkabılarının ayaklarına girmemesi bir kabus olabilir, anne biraz daha kendisiyle ilgilensin veya ortamda kendisi dinlensin diye bir anda kimliği belirsiz birilerinin garip hikayeleri anlatılabilir. Birbirleriyle yarışları inanılmazdır, ellerini birbirlerinini omuzlarına atışları da. Hiç bir çıkarları yoktur birbirlerinden, çikilotalarını paylaşmaktan başka. Karşı cinsle ilişkileri ne kadar hırçınsa o kadar aşık olurlar kimi zaman, kur da yaparlar. En çok da dünyayı çözen cümleleri inanılmazdır. Sen günlerce hayatın dibine batarsın. Kolunu kaldıramazsın. Nefes alamazsın. Söylenir durursun. Ama o dünyayı parmağının ucunda oynatır. Örneğin, o okula gitmemek için ağlar söylenir. Sen işe gitmemek için. O direnir, “okulu değil dışardaki hayatı seviyorum” der. “Hayır” dersin, “o okula gidilecek!” ama içinden “ben de dışarıdaki hayatı seviyorum bu çocuk kime çekmiş dersin”… O her sabah mızmızlanır. Bir hafta geçer. İkinci hafta olur. Düşünürsün, “aman Tanrım, yolum çok uzun, yıllarca okuyacak, sonra çalışacak..” ve bir anda bir sabah bir aydınlanma olur.

Çocuklar dahidir. Çocuklar pırıl pırıldır. Çocuklar dünyayı parmaklarında oynatır. Çünkü cesurdur, onarır kendini. Çünkü en beklemediğin anda senin anlamadığın, battığın dünyadan o tek cümleyle kendini çıkarır. “Baba, ben mutluluk düşüncesini geliştirmeye karar verdim. Ara annemi söyle, artık üzülmesin!”.

Mutluluk düşüncesini geliştirme fikrinin sahibi kahramanımız 5 yaşında Miran Fırat GÖKÇE. Direnişi: Okul. Hayata başladığı yere bizzat şahidim, bu dünyanın milyonlarca kendisini yetiştirmiş diplomaya doyamamış insanının da bu direnişe ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Mutluluk düşüncesi geliştirme üzerine bir direniş öğrendiğim. Beş yaşında öğretmenim!

dfg444rfvc