Genç nüfus önemli bir toplumsal değer. Doğru tetiklendiğinde toplumsal bir güç. Ancak girişimciliğin desteklenmediği toplumlarda istihdam ciddi bir sorun olabiliyor. Ülkemizde de uzun yıllardır çözülemeyen bir problem. Bu nedenle belki de en uzmanlaşılması gereken, en doğru şekilde istihdam sağlanması gereken mesleki pozisyonun, insan kaynakları olduğunu düşünüyorum. İş verenin organizasyonda talep ettiği kadroya en uygun adayı bulmak, hem iş yeri verimliliğini arttıracak, hem işçinin memnuniyetini sağlayacak hem de doğru iş gücünün doğru yerde kullanılması ile istihdam politikasında gelişim sağlanabilecektir. Bu nedenle en küçük şirketten en kurumsal şirkete kadar her şirketin insan kaynakları politikası önemlidir.

İnsan kaynakları politikası deyince hemen iş görüşmeleri aklımıza geliyor değil mi? Diplomaları alırken, binlerce sayfayı yalayıp yutarken cv nasıl doldurulur dersi almamamız, adab-ı muaşeret bilmememiz, etkin zaman yönetimi, sunum tekniği, müzakere yönetimi gibi eğitimlerin verilmiyor olması ne kadar üzücü. Üniversitelerin bu dersleri müfredatlarına eklemeleri gerektiğine inanıyorum. Bir öğrencinin mesleki donanımı kadar eğitsel donanımı da önemli. Sonuçta iş görüşmesinde kimse size sınav sorusu sormuyor, diploma notunu sorana hiç rastlamadım. Yeni mezun öğrencinin kendini ifade etmesi, gözlerinde parlayan o öğrenme ve kendini yetiştirme, azmetme ışığını göstermesi çok önemli. İş görüşmelerinde deneyimli insan kaynakları uzmanlarına denk gelmek pek önemli. Sizi doğru yönlendirmesi, doğru soruları sorması ve profilinizi doğru değerlendirmesi de. İnsan kaynakları uzmanı değilim ama yüzlerce görüşme yapmak bir marifetmiş gibi hem insanların mesaisini çalan, hem işin gerekliliği için profil tanımlamasını yapamayıp ihtiyacı ıskalayan bir çok örnekle karşılaştığım oldu. Benim en çok takıldığım husus ise genç nüfus gerçeğine rağmen ısrarla “deneyimli” eleman arayışı. Ülkemizin gerçeği bu kadar açıkken, işsizlik oranı, çalışmayan nüfusun işsiz kalma nedenleri ortadayken “deneyim” kriteri gerçekçi bir talep midir acaba? Üstelik her organizasyon deneyim ararken, bu insan kaynağı deneyime nasıl sahip olacaktır? İnsanların genetik deneyimli olmadığı , deneyimin bir karakter özelliği olmadığı açıkken cevabını bulamadığım bir soru ve ötesi aşılamayan bir sorun bu. Deneyim! Çalışamadan, deneyimsiz olduğu için kapanan kapıların ardından hiç bir yerde kazanılamayan bu deneyimi satın alamıyorsun, üstelik parasız bile çalışıp kazanmaya razı oluyorsun. Nerdeyse üstüne para vermeyi teklif edecek hale geliyorsun deneyim kazanabilmek için, yeterki o cv’de “deneyimli”, “… şu kadar yıl”, “… şu kadar ay” çalıştı yazabilsin. Deneyim engelini aştın mı, çokönemli bir hendeği atladın demektir.
Sonraki adım kendini yetiştirme. İşyerine giriyorsun, işin gidişatını anlamak bazen gerçekten zor. Çünkü işletme körlüğü mü desem, işin uzamasının verdiği politik bir tutum mudur desem, insanları çalışkan mı gösterir bu durum mu desem bilmiyorum, zaman ve verimlilik yönetimi çoğu işyerinde kabus gibidir. Bir çok işyerinde gereksiz mesaiye kalınır. Bir grup insan özellikle mesaiye kalır. Uzun uzun çalışır. Hatta internette gezinir, sohbet eder ama mesaide olmak bir çalışkanlık meselesidir. Haftasonu illa bir uğrar işyerine. Bir çok yönetici de ilginç şekilde memnun olur bu durumdan. Oysa yeni nesil yönetim bunun bir verimlilik kaybı olduğunun farkında. Bu tarza sahip çalışanlar için kötü haberlerim var, yeni nesil işverenler için verimlilik çok önemli. Ne demek verimlilik? Doğru şekilde zaman yönetimi, zamanında iş yetiştirme, işyerini minimal kullanma, az yer kaplama, doğru arşivleme. Ama şu anki koşullarda işyeri statiği çok önemlidir. İş yeri dedikodularından uzak durmak gereklidir. Çünkü elini versen kolunu kaptırırsın. Yanlış zamanda, yanlış yerde olman bile zarar görmen için yeterli bir sebep olabilir bazen. Bir de her koşulda fikir beyan etmek de zararlı bir seçenek olabilir. Yalan söyleyin demiyorum ama dürüstlüğünüzü bir süreliğine kendinize saklayabilirsiniz. Sonuçta, işe girdiğiniz ilk aylarda mesai kriterleri, iş arkadaşlarınız, çalışma koşullarını ölçüp tartmalısınız, dinamikleri görmelisiniz.
İşyeriniz sizin ikinci eviniz. Bu bir gerçek. Aslında unutmamanız, aklından çıkarmamanız gereken bir gerçek. İşinizi sevin. Çalıştığınız insanları belki sevmek zorunda değilsiniz, ama her gün gördüğünüz insanlara saygı duymanız, doğru ilişkiler kurmanız gerekir. Aynı işyerinde çalışan, birbirinin arkasından konuşan, işçeviren, birbirinin kuyusunu kazan, birbirinin hatasından prim sağlamaya çalışan, birbirinin üzerine basarak yükselmeye çalışan, emek hırsızlığı ile konumlanmaya çalışan kişiler bir yerlerde elbet tıkanırlar. Labirentin mutlaka bir çıkmaz sokağına denk düşerler. Kendinizi bu çıkmaz sokaklara sokmayın. Siz çetrefilli yolları, dar geçitleri, zarar vermeye çalışanları bpşverin. Hep doğru olun. Yürüdüğünüz yol doğruysa yorucu da olsa tepeye çıkarsınız. Unutmayın tek bir doğru olmadığı gibi, doğruya giden tek bir yol da yoktur. Önemli olan kendi yolunuzla, kendi doğrunuza ulaşmanızdır. Bu kişilerle elbet bir gün yollarınız kesişecektir. Önemli olan kirlenmemeniz.
Her zaman bu kadar duru, bu kadar kolay olmuyor tabiki. Stressiz, şeffaf yürümüyor bazen işler. Ya da sadece dedikodu bazlı kalmıyor. Etik olmayan değerlerle yönetilen işyerleri olduğu malum. Böyle bir işyerinde çalışıyorsanız ve etik olmayan işlemler yapmak zorunda bırakılıyorsanız derhal yeni bir iş aramalısınız. Bazen işsiz kalmak, ağır yükler taşımaktan daha hafiftir. Cinsel tacize uğruyorsanız, sözlü veya fiziksel farketmeksizin psikolojik taciz ve baskı altındaysanız işin para kazanmak için bir araç olduğunu, paranın da her zaman “araç” olduğunu hatırlayın. Bu hayatta önemli olan “iş” değil “siz”siniz.
İşiniz ve hayatınızı dengelemeyi unutmayın. Özel hayatınızdan özellikle aile hayatınızdan, varsa çocuklarınız onların zamanından çalıp onları büyürken izlemeniz gereken zamanda ofis masasında hırlarınız arasında geçirmeyin. Hayatınızı bu kadar anlamsız ıskalamayın. Hiç bir unvan ve para bir çocuğun kaçırılan okul münazarası, eşin doğumgününden, aileyle geçirilecek tatilden önemli olamaz.
İş hayatının başka bir sorunu “maaş”. Çok donanımlı ve hatta bazen diplomalara doyamamış, kişisel eğitimler, referanslarla bezenmiş çarşaf çarşaf cvlere sahip kişiler kuş kadar maaş alırlar. Yıllar geçer maaşlar değişmez. Simitçinin daha fazla kazandığından yakınır dururlar. Kolej mezunu, yurtdışı yükseklisansı doktorası, kimsede olmayan lisanslar, eğitimler, referanslar vardır ama nedense yüksek maaş alamıyordur. İstihdamdaki maaş dağılımları ve organizasyon şemaları bu yazının konusu değil belki, benim profosyonellik alanım da değil. Sadece insan kaynakları uzmanlarının üniversitelerde son sınıflarda öğrencileri doğru şekillerde yönlendirmeleri gerektiğine inanıyorum. Ya gerçekten insanlar boş vaadler ile emek ve zamanlarını harcamasınlar ya da bunun sadece bir genel kültür olabileceğini, hayat vizyonu olduğuna inansınlar. Bu kadar diploma sadece diploma sahiplerinin yüzde onunun işine yarıyor tespit ettiğim kadarıyla. Peki neye mi ihtiyacınız var? Acı sonuç? Doğru insanı tanımaya… Önümüzdeki yıllarda doğru davranış şekline sahip olur muyuz ve profosyonelleşecek miyiz bilmiyorum. Ancak önümüzdeki bir on yılın daha doğru insanı tanımak sayesinde iş bulmak, yükselmek, iş yapmak üzerine devam eden bir döngüde ilerleyeceğini düşünüyorum. Doğru insanı tanımıyor musunuz? Yazının başına dönün.
Etrafındaki insanlara el uzatmayan, asla etliye sütlüye karışmayan bir sürü insan var. Ben çevresi geniş olduğu halde arkadaşlarına yardım etmeyen bu insanları anlamıyorum. Gelin siz o insanlardan olmayın. Kişisel ağlarımız en büyük istihdam kaynağı olabilir. Ülkemizde istihdam sorunu dahil olmak üzere bir çok soruna küçücük faydada bulunmak, pozitif değer yaratmak adına, ötesi, yakın çevremize yardımcı olmak adına bunu yapabiliriz. İşte sıkıntılı olan bir arkadaşımızı bir başka arkadaşımıza önerebiliriz. Şirkette çalışan bir arkadaşımıza bir başka arkadaşımızın kardeşinin cvsini iletebiliriz. Bir meslektaşımızın cvsini çalıştığımız işyerine önerebiliriz. Dernekten tanıdığımız bir arkadaşımızın işini bir başka dostumuzun babasına anlatabiliriz. Kişisel ağımızda birebir sağlayacağımız kontaklar ile yepyeni kapılar açabilir, açılan her kapı ile yepyeni bir şansın doğumunu izleyebiliriz. Hep birbirimize şans diliyoruz. Ya siz o şansın ta kendisiyseniz?

ddfdb