Bir huzursuzluğu var bu şehrin. Kimi zaman kanayan bir yanı, kimi zaman kaynayan… Bir soluk çekiyorum içime, yürüyorum. Karışıyorum. Karışık, karış karış harmanlanmış, parmaklanmış dokusu, tüm gizi, tarihi, kendisine sakladığı ne varsa dökülmüş saçılmış, saçları birbirine karışmış, huysuzlaşmış, kızarmış, yozlaşmış, doğallığı gitmiş, yer yer iki yüzlü, yer yer yüzsüz, an be an sövüyor gibi öfkeli.. Yine de öylesine tutkulu, öylesine kendine hapsediyor insanı, öylesine bağlıyor ki.. Yine de öyle güzel ki İstanbul!

Yeditepe İstanbul. Öte yandan yetmiş millet İstanbul. Öyle geniş ki yüreği. Her tepesinde ayrı bir aşk hikayesi, ayrı bir varoluş. Kimi bir kaçış, kimi bir diriliş, kimi bir doğuş. Eğer kendini doğurmuyorsa, kayboluş, yokoluş. Yanlış yollar arka sokaklardan değil de insanın hırslarından daralan vicdanından geçiyor. O yollara sapınca kurtulmak, yara almadan, yaralamadan çıkmak mümkün değil. Bazen ilk gözünü açtığın anda başlıyor hikayen. Düzelmiyor, hep peşinden gelen bir isim, bir insan var seni çekmek isteyen dibe. O dar yola yanında taşımak isteyen. Bazense bir el hep yukarıya çıkarmak için uğraşıp duruyor. Kimi zaman alttan yukarı itiyor, kimi zaman yukarıdan uzanıp çekiyor. Yine de hayat, bir yerinde mutlaka göz kırpıyor. O eşsiz şansı bir kere veriyor. O virajı, o dönüşü, o son çıkışı gösteriyor… Daralan vicdanın daralan sokaklarında sıkışmak veya ana caddeye çıkmak bazen seçimlere kalıyor. Hayatın akışı illa büyük şehirde olmasa da böyle atıyor. Bir kere de olsa, bir göz kırpma anını yakalamak üzerine.

İstanbul… Hangi tepesinde olduğunla ilgilenmiyor. Kimi zaman varını yoğunu söküp alıyor. Kimi zaman her güzelliği sunuyor. Yani ne zaman cömert ne zaman hırsız olacağı da belli değil. Aslında ne istediğini anlamadığın, hırçın bir kız çocuğu gibi. O yüzden belki de onun ne istediğinden çok, sen nasıl bir insansın, sen doğru musun ona odaklanmalısın. Sen mutlu olmak ve mutlu etmek için ne yapıyorsun, sen iyi bir insan olmayı tercih ediyor musun, sen çalışkan mısın, sen doğru musun? Bu sorulara verdiğin cevaplardır senin huzurun. Şehrin huzurlu olmasını beklememek gerek belki de.

İstanbul… Hergünü ayrı bir tantana. Karışık. Herkes kızgın. Kavgalı. Hemen hemen herkes sevgide eksik. Sevse göstermez, sevilse bilmez. Sevse, sevdiğini söyleyecek zaman bulamaz, şımarmasın, aman havaya girmesin, şimdi değil, yarın söylerim, doğum gününde söylerim, yılbaşında söylerim, yıldönümünde söylerim diye saklar en güzel sözlerini. Sevilse, bilmez hep saklandığı için, niyeyse hep saklanır en güzel şeyler, en özensiz haliyle yaşanır bugün. O yüzden bugün hep geçiştirilir hayallerle, yarın hiç gelmez, hayallerin çoğu hiç gerçekleşmez, ömür akar gider, şehir hep öfkeli, hep kimliksiz, hep hayallerin ya da anıların şehri olur. Hiç günün şehri olmaz, günün şehri memnuniyetsizdir.

İstanbul hep şarkılarda güzeldir. Aşklarda güzeldir. Tablolarda, resimlerde, uzaklarda güzeldir. Trafikte çiledir. Yaşarken çiledir. Pahada çiledir. Kalabalığı çiledir. Dilencisi çiledir. Keşmekeşi çiledir. Çarpık kentleşmesi çiledir. Altyapı sorunu çiledir. Maç olsa birbirine gireni çiledir, farklı uçlarda düşüncelere sahip insanın birbirine tahammül edememesi çiledir, elitist insanları ve cemiyet hayatının aristokrat tavrı ile halkı ezmesi ve üst sınıf bakış açısı ile kendisini toplumdan ayırması çiledir, bu insanların çocuklarının kendilerini kahraman olarak görmeleri, boy boy resim verip en başarılı iş adamı – iş kadını gibi emekçi insanlara tokat gibi inanışları çiledir, gece hayatının sahte ilişkileri – doyumsuz çiftleri çiledir, şımarıklığa akan milli sermaye çiledir, işçi babanın son model cep telefonu ve bilgisayar isteyen çocuğuna hayır diyememesi çiledir, reklamlarda tüketimi aşılayan subliminal mesajlar çiledir, organizmaya dönen beyinlerimizle yaşamaya çalışmamız ve aile bağlarımızın sıkı halatlardan incelen iplere dönmesi çiledir.

Sonra İstanbul yine güzeldir. Bir gün ağlarsın. Canın sıkılır boşverirsin. Atarsın kendini dışarı. İstiklalde yürürsün. Kalabalığa karışırsın. Bir nehir gibi akarsın kalabalıkta. Ayağın kayar yerde. Yüreğin akar, akar, akar ve durulur. İnsanların yüzleri yok olur, sorunlar çizilir. Ve sen herhangi bir insan olduğunu hatırlar, herhangiliğinle mutlu olursun. Dünyanın tek sorunu olmadığın için. Tek asık suratı, tek küçük yüreği olmadığın için. Akarsın, akarsın, akarsın.. durulursun… Binersin vapura.. Gidersin Adaya. Çıkarsın bir tepeye. Yalnız. Dikersin gözünü ufka. Önce dünyanın muazzamlığı gelir aklına. Tanrı gelir.. Sonra senden aldıkları gelir. Sonra sana verdikleri. Sonra anılar… Ne nasıl olsaydı mutlu olurdun, ne olmasaydı bilmezsin, yüz kez çevirsen kafanda yüzbirinciyi düşünürsün ve aynı sahne milyon kez tekrarlanabilir o ufuk, sen ve o taş orda oldukça. Hatta zaman durabilir. Ve belki de keşke dursa. Kimse anlamaz seni. Kimse anlayamaz. İstemezsin de. Aslında hayır, çok istersin birinin çıkıp seni anlamasını sarmasını. Yine de korkarsın, ya anlarsa ve sonra kaybolursa diye. Sonra hayal kurarsın ve olmayan birine ya da giden birine yakıştırırsın, böylece zaten giden biri sana zarar veremez. O ululaşırken sen yalnızlığını sonsuza kadar paylaşırsın. Yine de keşke biri elini tutsa. Güvenli şekilde. Sonra işte.. Offff İstanbul bari sen anlasan. Hep sen dinliyorsun bu hikayeleri aslında!

Ve İstanbul yine güzeldir. Bir çocuğun eli başka bir çocuğun eline değdiğinde. Minicik bir şeker ya da iki okul öğrencisi simit paylaştığında. Liseli kızların dedikodularında güzeldir. Gencecik iki insanın taptaze aşkında. İlk aşkın ilk kalp pompalamasında. İlk öpücükte, ilk dokunuşta. Üniversitedeki ilk kızarkadaşta. Gerçek sevgiyi bulduğun anda, avuçların terlediğinde, kalbinin orkestrasında, beynin yandığında, ve istanbul aşkla hep güzeldir.

İstanbul yorgun belki de. Nefessiz kaldığın bir anda… Kaparsan gozlerini… Vapurun sesi, martılar ve dalgalar… Deniz kokusu… Çay bardağı, kaşığın çıkardığı ses, kalabalığın türküsü… Sonra uzaklaş görüntüden. Bir terasta oturduğunu düşün. Karşında iskele. Vapur uzaklarda. Fonda Zeki Müren. Önünde bir kadeh rakı. Tabağında bembeyaz bir peynir. Yüzünü gıdıklayan serin bir rüzgar. Aklında mutlu bir anı. Seni aşka inandıran bir öpücük belki dudaklarında hissettiğin. Ya da eskilerden bir gözyaşı. Yine de mutlu bir anı. O an, o kare, o vapur, o görüntü eşsiz, senin anınla, senin varlığınla, varoluşunla, seni varedenle, seni getirdiği yerle, seni yaptığı şeyle, senden doğan, senden varolan o güçle, o anla mutlu. Zeki Müren sana bestelemiş olmasın bu şarkıyı? O vapur senin için demir almış gibi, Boğaz senin için orda, gece senin için yıldızlı, rakı peynirden, peynir senin anılarından, sen düşüncelerinden beyaz, saf ve İstanbul şu an tertemiz.

İstanbul. Herşeyden öte sensin. Sen kadar kızdığın. Sen kadar karışık. Sen kadar çirkin, kusurlu. Sen kadar güzel. Sen var içinde. Olmadığın anda bile sen var. Kaçıp gitmek istesen de kucağında bulduğun, reddetsen de teslim olduğun bir sevgili şehirden öte. İstanbul belki de yaşayan yanın, nefesin senin.