Konuşma kesiliyor. Yan masanın sohbetine kayıyor kulağım. “Ben bunu mu hakettim, severek, bekleyerek… Bir açıklama bulamıyorum. Her şey yolunda giderken niye?”. Gelecek cevabı biliyorum. Bir çok arkadaşım aynı durumda, aynı sorularla boğuşurken tüm cevapları ezberledim.
İnsanoğlu ne zaman bu kadar “borçlu” oldu bilmiyorum. Ne zaman hayatta her şeyden tasarruf etmeye, her şeyi kendine saklamaya başladı? Ne zaman sevmek bir külfet oldu? Ne zaman sevilmek bir sorumluluk?
Hayatımıza aldığımız nefese dair soru işaretimiz var artık. Hem açız, hem saklıyoruz. Oysa paylaşsak ve kenara bıraksak tasarrufları… Biriktirmesek… Kuşkular korkulardandır, şöyle bir fırlatsak kenara. Meydan okusak tüm saklı benlere? Ezberlesek birbirimizi ve bilsek her nefeste çizgileri yüzümüzde?
Sevsek. Doya doya, içli içli sevsek? Sarılsak gönülden. İçimize sokarcasına dışarıyı. Gülsek sorgulamadan. Tüm içimizden kurduğumuz cümleleri sıralasak hesap yapmadan? Bilsek ki canımız acımaz ve eksilmez bir yanımız. Paylaştıkça, sevdikçe, yaşadıkça çoğalırız.
Derken içimden cevapları sıralıyorum aynı cümleler tekrarlanırken yan masada. “Sen değerlisin, bunu hisset ve hissettir. Müsaade etme varlığına saygısızlığa. Seni sevmeyecekse, senden istemiyorsa sevgini harcama fütursuzca. Hak edene vereceksin… Kaçan sadece dublör kalacak hayatında…” diye akıl veriyor. Gülümsüyorum. Çünkü baş rol en özel karakterindir hep! Yan masa gidiyor. Diğer masayı duyuyorum. “Neden hep ben? Nerde yanlış yaptım ki herşey yolunda giderken?”…