Birer baloncuk oluyor anılar ve zaman algısında kayboluyor kimisi. Unutulmaz olanlar zamansal evrimin rengi gibi. Yani dün ve yarın kavramı birbirine meydan okuyor. Anılar. Rem yuklemesi gibi, surekli kayıtta hayatlarımızın tadını özlediğimiz anları.
Bir sene daha devrildi hayatımızdan. Esip geçiyor günler. Ben hayatı bir müzik eseri gibi görmeyi seviyorum. Besteler, melodiler… Bazen nakaratlar. Bazen hani o çok hızlı geçiş olan vurguya ilham veren notalar. Bazı eserlerin bir kısmı güzeldir. Bazıları ilk tınıdan son üflemeye kadar şahaser. Hayatın sana ilham verecek, güne başlamak için. En nefessiz, tarifsiz sancılar bile geçiş notası unutmayacaksın.
Zor bir yıl geçirdik. Çünkü kayboluyoruz. Başkalarının zayıflığı bizi güçlü, onların başarısızlığı başarı çıtamız, yoklukları zenginlik ölçütümüz. Aşklarımız bile kıyasen büyük. Tamam olmak dediğin en zayıf halkanın gücü kadarken eksik. Bu yüzden en zayıf güçlüyken tam olacağız. Bu dünyanın savaşı ego üzerine.
Ego, hayatın detone sesi. Asla doymaz, mutlu etmez, zalim, şuursuz, aslında hedefsiz, sizi kimliksiz yapan biliş. Egosuna yenilerek insan hem geleni, hem umudu, hem geleceği kaybediyor. Bir tek bilişin kendisi güzel oluyor. Bir tek egonun vücut bulduğu sen seviliyor, sen’in arzuları, tutkuları ne pahasına olursa olsun gerçekleştiriliyor.Bu büyük bencillik batağına batmamak için sevgini sunman gerek.
Bence bu dünyayı sevmek kurtaracak. Hayır, Polyannamsı bir mutluluk ve herşeyi toz pembe görme halinden bahsetmiyorum. Acıya rağmen sevmek, gözlerini dolduran ne varsa onunla mücadele etmek yerine kabullenmek, kalbinden vazgeçmemekten bahsediyorum. Sırf sahiplikler listesine bir tik daha çekmek değil düşe kalka keşiften, bakmak yerine görmekten, bir an gelip akıntıda sürüklenirken nefes alıp kendine gelmenden söz ediyorum.
İnsan aklına gelmeyen son ve başlangıçlarla değil, senaryolu korkularıyla yaşıyor hayatını. Ben yalnız iyiyim dedikçe yalnız ve sevgisiz oluyor, üstelik sevilmek asla tek başına insana iyi gelmez, geçicidir başkasının duygusuyla beslenmek. İnsanı kendi ruhu besler. O yüzden insan sevmelidir önce, kim olduğunu bilsin diye sevmelidir. Kendisini sevdiği gibi sever yanındakini. Yalnızlaşmak, kendini dinlemeyen insanın esaretidir. En çok üzüldüğüm, popularitesine sığınılarak kullanılan “ıssız adam” tabirindeki ıssızlığın tam anlamıyla kullanılmasıdır. Issızlık, yokluktur nitekim.
İnsan başarısızlıktan korktukça sorumluluktan korkar aslında . Çünkü başarı daha fazla yük getirir. Yükü taşımaya karşı güvensizlik insanı işsiz, tatminsiz, görülmeyen ve taktir edilmeyen bir yere sıkıştırır. Çalışmak, insanın kendi sorumluluğunu ve varlığını anlamlandırmasıdır.
Birinin gitmesinden korkmak, insanı kendini yarım bırakmışlığı ile yüzleşmesidir. Kendini tamamlamayan insan bağımlı ve başkasına duyduğu sevgi ile var olur. Gitmesin diye, aslında başkasıyla tamamlamaya çalıştığı kendi yeniden yarımlaşmasın diyedir mücadelesi.
Para biriktirmek ve para harcamaya dair korkaklık, yokluk ve yoksulluk korkusu insanın kendine bedel etiketi yapıştırmasındandır. Etiketli insan tanıştığı insana da bedel koyar. Markalı, populer yaşamlar etiket değerindeki premium, vip, platin gibi kendimizce yarattığımız uydurma sınıflardır. Değerinin farkında olmayan insanın eseridir bu. Değersiz olmaktan korkar. O yüzden kendisine değer kattığını düşündüğü saati takar, ayakkabıyı giyer, sevmediği yerlerde görünür.
Ölüm korkusu, bugünü yaşayamayıp, gerçekleştirememeden kaynaklanır. Tüm fobiler ölüme, ölüm gerektiği gibi var olamamaya dayanır.
Korkmak, yüzleşmekten kaçmaktır. Sevmek, yaşamak, bedelsiz, özgür, kendin kalarak.. Anı güzelleştirir biliyorum. Bir sonraki yıldan beklentim; opera gibi hislerimizi librettoda ifade etmek, notada resmetmek. Arya mı dinleriz, kentet mi bilemem. Dinlemek istediğim teatral vurguda benden biz!
Besteni yaz zaman çizgisi, yaz ki titreşimlerin sonsuzluğa kazınsın. Zaman döngüsü her yöne ilerlediğinde, parçacıklarımızdan bir biz bana karışsın!