Peynir-ekmek gibi kalaşnikoflar, arabaları havalara uçuran bombalar, mermiler, adını bilmediğimiz silahlar. O kadar sıradan ki, günlük bir ritüel gibi saldırılar, ölümler. Her katliamın ardından, birer birer yaptığımız yorumlar, tv ekranlarında çeşitli programlarda alakalı alakasız katılımcılardan alınan görüşler, oturumlar. Her bir ölümün ardından “Alevi mi- sünni mi, Kürt mü- Arap mı, oh oldu mu-olmadı mı” eksenli vicdansız konuşmalar. Birer birer ölüyoruz, gencimiz yaşlımız, çocuğumuz, annemiz… Bir kısmımız bedeni ile, bir kısmımız vicdan ve ruhuyla, kimisi kimliğiyle, varlığıyla. Biz birer birer ölüyoruz.
Faili meçhul bir toplumsal cinayet. Ancak her bir ölümde şüphelimiz çok. PKK da olabilir, DAEŞ de, farkını anlamadığım İŞİD de, Rusya da olabilir, İran da, Amerika da, herhangi bir Avrupa ülkesi de. Cinnet geçiren bir vatandaş da olabilir, göçmen bir Suriyeli de, yabancı bir ajan da. Zaten o kadar çok sat komando ve ajan varmış gibi hissediyoruz ki, her an yanımızdan geçen iki kişiden biri bir anda cinnet geçirip katliama veya cinayete neden olabilir. Kaşın olduğu için de olabilir, dinsiz gibi yakıştırıldığı için de, giysin veya bakışın yüzünden veya tesadüfen taktığın senin için anlamsız bir kolyenin şekli, T-Shirtünün yazısı için de. Paranoyakça bir yaşamın sınırı bu. Çünkü sen artık yolda bir anda duyduğun şiddetli gürültüyü araba freni değil füze, yağmur yağmadan önceki gök gürültüsünü bomba sesi olarak algılıyorsun. Güvende değilsin ya, her an bilişsel bir tetikte kalma hali.
Sürekli ağzımızda “kaçmak gerek, terketmeli ülkeyi” lafları. Sanki iki günlük Prag turuna gidiyoruz. Nereye kaçıyorsun da kucak açtılar, kaç kişiyi götürebildin de kendinden? Annen burda, baban, kardeşin, dostların, bakkalın, kuaförün, dişçin… Kaç kişiyle, nasıl bir hayata kaçıyorsun? Kaçıp gelenlere ne kadar kucak açabildin de sen de gocunmadan, korkmadan gitme kararı alıyorsun? Kaçanlar TV’lere çıkmadı mı parklarda yatanlar, güvenliği çalanlar, işsizler diye? Hayıflana hayıflana, varlıklarından rahatsız olarak izlemedin mi programları. Yolda gördüğünde sinir olmadın mı, toplumun düzeni bozuldu diye ters ters bakınmadın mı? Kimi zaman acıyıp para vermedin mi? Şimdi gerçekten de gitmekten, böylece gitmekten mi bahsediyoruz? Ortadoğu’da tek tek karışırken ülkeler, aklına gelmedi yani bugün başımıza gelen? Sıramızı beklediğimizi bilemedik mi yani? E hadi git arkadaşım. Hoş, bir gün herkesin sırası gelir, ne sınırlar kalır, ne vizeler, ne izinler. Ama kaç tane de insan kalır bilinmez.
Umutlara üzülüyorum ben. Balon balon patlayan, kaybettiğimiz umutlara. Mesela İstanbul’a ilk geldiğimde Beşiktaş’tan Ortaköy’e yürümek en büyük zevkimdi, aşığı olduğum takımım Kara Kartalımın yuvası İnönü Stadı heyecan vericiydi, ilk maçıma giderken tek endişem gol yemekti. Taksim’de okuldan arkadaşlarımızla bir cumartesi gecesi yaşarken olsa olsa birinin çok içip kusması ve geceyi rezil etmesinden korkardık. Yolda dilenci görünce Suriyeli mi filan diye düşünmezdik, ne önemi vardı aç bir karnın kimliğinin? Birinin giysisi veya görünüşü anca oldukça marjinal ve şok edici ise dönüp baktığın bir görsel olurdu. Bakardın, gülümserdin, belki yanındakini dürter gösterir, bir iki cümle ile çekiştirirdin, bir daha hatırlamazdın. Günlerce konuştuğun bir etek boyu bilmiyorum ben. Şimdi her imajın bir ötekileştiği cümle var. Güzel her şey, hepsi yavaş yavaş sönüyor. Yaşlanıyoruz sanıyordum da biz aslında yozlaşıyoruz.
Hayallerimiz yok muydu bizim? Hemen hepimiz iyi işlere sahip olacak, evimiz arabamız olacaktı irili ufaklı. Bir eşimiz olacaktı, çocuğumuz ve ailemiz. Yuvamız olacaktı hepimizin. Bir kısmımızın oldu. Bir kısmımız akıntıda tutunamıyor. Bir kısmımız savruldu, dinleniyor. Şimdi söyle bana, bu kadar ve korku ve endişe ile hangi aile? Hangi çocuk, hangi yuva? Başımıza bir şey gelse elini tutarak cesaret alacağım hangi yürek? Varlığımı siper edeceğim hangi aşk? Minicik ellerini öpemeyecek miyim o en büyük hayalin? Doğmamış kızıma veya oğluma masal anlatamayacak mıyım yani? İnsan kendisi için mi ağlayacak bir süre sonra? Ağlayanı bile mi olmayacak? Bunca karışıklıkta hala düşündüğüm şey mi garip? Tekilleşmek, yalnızlaşmak, umarsız, umutsuz olmak. Kimsesiz olmak? Tam da bu anlattığım neye eş biliyor musun? Vatansız olmaya!!! Özlediğimiz günlerimiz için yapmamız gereken bu vatanı gözbebeğinden öpmek. Ne olursa olsun, iyi bir vatandaş ve insan kalmak! Belki bir de yeni günde de korkusuzca sokakta olmak!