Ne de çabuk geçiyor zaman. Bazen kelimelerin bazı anlamları taşıyamadığını, hislerin kelimeden taştığını fark ediyorum. Sanırım böyle bir an benim için. Bugün yeni hayatımın, kurumsal hayattan girişimciliğe soyunmamın 1. Yılı. Kutlu ve daim olsun dileğim.
Bir yıldan biraz daha önce…
Uzunca bir süre gözlerimi kapatıp hayatımı düşündüm. Uzun metrajlı bir filmdi. O yüzden gözlerimi her gün belirli bir saat kapatmam gerekti. Sonra bu filmin tam da ortasında olduğum kısma geldim. O zaman bu filmin sonuna kadar gitmesini istediğim senaryosunu düşünmem gerekiyordu. Nasıl devam etmeliydi acaba? Bir gün yeniden okula başlayıp, yurtdışında ekonomi hukuku okuduğumu düşlüyordum. Diğer gün Amerika’ya yerleşip California Barosu sınavlarına hazırlanıyordum. Başka bir gün Birleşmiş Milletler gönüllüsü olarak Afrika’da bir üçüncü dünya ülkesinde açlıkla savaşa gidiyordum. Sonraki gün göçmenlikle ilgili proje hazırlığı ile çözüm arıyordum. Hayallerimde kendimi bir şirketin genel müdürü, CTO’su, CEO’su, CFO’su, COO’su kısaca C’li O’lu hiçbir yerinde konumlandırmadım. Hayallerimde unvan olmadığını fark ettiğimde önce bu takıları da bırakmam gerektiğini fark ettim. İtiraf ediyorum, o unvanlar için gecemi gündüzüme katıp, güneş yüzü görmeden haftalarca yaşamışlığım oldu. İtiraf ediyorum, terfi alabilmek için çok uslu bir çocuk olup azarlandığımda, haksızlığa uğradığımda, göz yaşımı elimin terine katıp suratımı elimin tersiyle silmişliğim, bilmem kaç inç bir bilgisayar ekranı karşısında içimden çığlıklar atarak ve içime ağlayarak hiçbir şey yokmuş gibi çalışmışlığım oldu. Benim özel hayatım benimdir deyip, en depresyonda olduğum, en borçlu olduğum, en sıkıntıda olduğum anlarda izin almak yerine, içimi yemeyi tercih ettiğim çok oldu. Hastayken, ameliyatlıyken raporum bile varken evde dinlenmek yerine, o masaya gidip o işlerin bana muhtaç olduğuna kendime inandırıp kendimi önemli tutmayı başardığım oldu. Gerektiğinde (!) yakınlarımın özel günlerini, kendi özel anlarımı stres ve sinire katıp, her şeyi berbat ettiğim oldu. Bir unvanın bedeli ve değeri nedir bilirim o yüzden. Ancak hayallerimde unvan olmadığını fark ettim. “Bilmek” bir hedefti. Hiçbir zaman tüketemeyeceğiniz bir hedef. Benim hedefim buydu. “İyi” olmak vardı bir de. O da bir amaçtı. Politik olmayı hiç beceremedim o yüzden hiçbir siyasi hedef, insan hedefli strateji gütmedim. Ama çok öğrendim. Sessiz kalmayı da, kendime saklamayı da, susabilmenin bir meziyet olduğunu da öğrendim. Kimi zaman sözle değil, sessizlikle savaşmayı öğrendim. “Kendim” olmanın uğruna verilecek en değerli savaş olduğunu da. Hayallerimi şekillendirdim. Yola çıkmak için hazırlandım. Ve tam 1 yıl önce bugün yola koyuldum.
İnsanın kendi işini, kendi inandığı şekilde yapmasının değerini ifade edemem. Yeterli kalmaz nitekim. Ama size kolay olduğunu da söyleyemem. Her hayalin bir bedeli var. Örneğin her ay başında hesabımda istediğim alışverişi yaptıracak, istediğim krediye girecek, kendime “daha büyük ev”, “daha lüks araba” alacağım teminatı göremediğim zaman “ne kadar dayanabilirim” dediğim oldu. Sonra bir gün para kazanmam için ay başını beklemem gerekmediğini anladım. Yine de tükenmeden ayakta kalmalı, kendimi geliştirmeliydim. Bir kere ekranım karşısında otururken yüzlerce mail yağmıyordu. Ama mail yağmıyorsa, çözeceğim problem yoksa ben çalışıyor olmazdım. O yüzden bir yandan mevzuatı takip etmem, bir yandan Yargıtay içtihatlarını okumam, bir yandan ilginç hikayeler ve sorunları dinlemem ve üretmem gerekti. Bir sonuca odaklı metod bulmak değil, doğru bir sonuca çıkacak yolu yaratmak gerekiyordu. Gidilecek mesafeleri en kısa, en iyi, en adil şekilde sunmak. Olmadı mı dersiniz? Adil olmayan hukuksuz bir yol için yönlendirme bekleyen, bu yolu öğretmediğin için kızan olmadı mı? Ama unvana satmadığın kendini, ne istediğini ve nasıl istediğini bildiğinde satmıyorsun keza. Uzmanlığın olan konularda rekabet nedeni ile alamadığın dava ve projeler karşısında, insanların networkle o proje ve davayı heder etmesini izlemek, uzmanlığın olmayan bir konuda para kazanabileceğini bildiğin halde işi reddetmeyi seçmeyi öğrenmek hep bir öğrenme süreci.
Kendimi gömmedim ben iş uğruna. Mesela Boğaza gidip bilgisayarım kucağımda sıcacık çayımı yudumlayarak içmenin ve çalışmanın keyfini yaşadım ilk defa. Öğle yemeğimi saat 15’de yemenin, sabah spora gitmenin, toplantımı dilediğim bir kafede en sevdiğim kahveyi yudumlarken yapmanın keyfini gerçekten yaşadım. Hastayken kendimi battaniye altına üstelik mesai saatinde gömdüğüm oldu, sonra kendimi iyi hissettiğimde ekran karşısına geçip sabahlayarak işimi en verimli halimle yaptığım da. Karda ofise gitmek yerine kahve demlediğim ve evde çalıştığım da oldu, üç gün sabah karanlıkta gelip 3-4 saat uyuyarak hazırlandığım davayı müvekkilime kazandırdığım da. Hafta sonu ofisime giderek harika dilekçeler çıkardığım oldu, yazın izin formu doldurmadan sahile kaçtığım, uçak bileti alırken kimselere sormadığım da. Her anı muhteşemdi.
Zorlukları da oldu. Hiç hesap ödemedim diyemem. Örneğin, bildiklerinizi değiştirmeniz, kimi zaman dirence yenik düşmeden mücadele etmeniz gerekiyor. Siz inanırsanız müvekkiliniz inanıyor. Sadece haklarını bilmek değil, o hakkın en donanımlı şövalye olarak savaşçısı olmanız bekleniyor. Her zaman bir sorunu çözmeniz gerekirken, her zaman “en” güçlü olmalısınız. Yani toplantının en güçlüsü, en inananı, en çarelisi. Yine de kazandırdığınız davayı, çözdüğünüz sorunu Müvekkilinizin gözlerinde parıltıyla gördüğünüzde, mutluluğunu paylaştığınızda değdiğini biliyorsunuz. Bir de “sen benim avukatım değil, akıl hocamsın” cümlesi var ki, kocaman bir gülümseme bedelinde. Her zaman hak ettiğiniz bedeli aldığınızı zannetmeyin yine de. Ama kimi zaman biri gelip sarılıyor ve tüm kıymetli kağıtlar kıymetsiz kalıyor. Kimi zaman doğru şirketle karşılaşıyorsunuz. Profosyonel olduğu için sizin çözümlerinizi tartışmıyor, proje bitiyor, herkes mutlu oluyor. İşten çıkarılan bir çalışan da, ticari veya haklı bir nedenle işçi çıkarana da, kredi maliyetini azaltmak isteyen şirkete de, şirketini en doğru şekilde kurmak isteyen girişimciye de, milyon yatırım alan finans şirketinin lisans başvurusunda da, yeni bir operasyonda organizasyonunun oluşturulmasında da… Kısaca her zaman orda oluyorsunuz. Bu süreçte sizden pazarlama yapmanızı isteyen de oluyor. Satmanız gerekiyor işinizi, bilgeliğinizi. Öyle mail bekleyerek olmuyor, bu dünya böyle işlemiyor. Ama biliyorum ki avukatlık bir satış işi değil. Güven satın alınamaz.
Derken bugün gözlerimi tekrar açtım. Tam bir yıl geçmiş. Hayallerim beni arabamdan etti. Ama bir yılda 7 ülkeye 12 şehre gitmişim. Onlarca dava dosyası almış ve yeni tanıdığım bu insanların kader yolunda rol almışım. Eskisi kadar ayakkabı almıyorum ama yine de rüyalarıma giren ayakkabıya koşuyorum. Sanırım daha azla yetiniyorum ama “daha çok” da kazanıyorum. Kendime yeniden araba alabilecekken, daha pahalı bir markayı giyebilecekken bir takım kurarak istihdamı tercih etmem gerektiğini biliyorum. Hayatımda bir çok şey değişti. Sabah uyandığımda aynada yüzüme bakarak evden çıkıyor, kart okutmuyorum. Daha çok kendim oluyorum. Kısaca hayatımdaki ipoteği fek ettirdim. Hiçbir teminatın olmayınca hiçbir zorunluluğun da olmuyor.
Diyeceğim o ki. Ben size bir yılımın nasıl da güzel geçtiğini anlatamam. Çünkü ne kadar da harikayken, nasıl da zor olduğunu bilmeniz gerek. Size nasıl bir özgürlük olduğunu anlatamam, çünkü ben olmayı seçmeniz gerek. Ama size şunu söyleyebilirim, ben bir yıl boyunca kendimi yazdım. Oysa siz hala okuyorsunuz!