Dalgalara bakıyorum. İrili ufaklı. Bazıları tekneyi sallıyor güçlüce. “Teknemizin sallantısı, dalga yüzünden” diyorum ve “böyle dalgalı olmayabilirdi” diye söyleniyorum. Denizin suçuymuş gibi. Huzursuzum, denizdeyim çünkü. “Ne işim var ki burda?” diye söylenmeyi de ihmal etmiyorum her dalgayla sarsılırken tekne. Konuşasım yok. Derken yüzümü ısıran, sırtımı ürperten rüzgara söylenmeye başlıyorum. Rüzgar… Denizde dalgaya neden olan, ortalığı karıştıran rüzgar evet. Bir anda sağanak denen hızlı bir esinti gelip geçiyor, yüreğim ağzımda. Yelken eğiliyor neredeyse 40-45 derecelik bir açıyla, yana yatıp yolumuza devam ediyoruz. Bence suçlu deniz değil şu an, hava suçlu pek tabi. “Endişelenme” diyor kaptan. Bir sürü teknik bilgi ile teknenin batamayacağını, rüzgara göre yol alacağımızı, hız ve yönümüzü rüzgar altı ve üstünü izleyerek seçmemiz gerektiğini anlatıyor. Ve ekliyor. “Denizle dalga geçme veya savaşma, denizin bir parçası ol”. Ruhuma bir serinlik esiyor, gün ışığı alıyor yüreğim bir anda. Hayat… Denizde yol almak gibi. Hırçın ve öfkeli olabilir, hava koşulları sert veya dingin de olabilir. Kimi zaman bir anda ve bir anlık sağanaklara da yakalanabilirsin. Rüzgarı karşına almak, dalgaya sürmek yönünü, çetin bir yolculuk demek. Mideni altüst edip, yolculuğunu sert ve zor kılabilir, dengeni bozabilir. Oysa rüzgarı doğru yerden yakalarsan rüzgar seni hızlandırabilir, teknenin yan yatması onu yolundan alıkoymaz, dalgayla boğuşmak yerine akıntıda kalır denizi dinler, denize ait olursan dalgaya karışır, rüzgar olur, nefes olursun. Hayat yan yatırdı diye isyan etmeyeceksin yani. Yönünü ve hızını seçeceksin. Bir parçası olacaksın. Her yaşadığını bir parçası kabul edeceksin. Sonra bir bakmışsın hayat olmuşsun, bir bakmışsın her şeyde bir “sen”.