Yetim kalan insanların, ölüm sonrası yazılarını, sosyal medya paylaşımlarını anlamazdım. O acı içinde neden yazı yazılsın, nasıl yazılabilsinki? Sonra bir sabah… Anlamsız sıkıntılarla kendimi uyutmadığim bir akşamın sabahı… “Baban yoğun bakımda” dediler. Hava alanına gidene kadar ise “kaybettin” dediler. Yetişemedim. Babam hep aceleci olmuştur. Beklememiş.
Babamın gidişi bu hayatta yaşadığım en derin, en keskin acı. En nefessiz bırakanı. Hiç bitmeyecek bir sızı. İnsanın acıdan kalbi gerçek anlamda ağrıyor ve beyni uyuşuyor. Ötesi, insanın acıdan içi çıkıyor. Kendime babamın öldüğünü söylüyorum. Bilincimin kabullenmesi mümkün değil.
“İnsan babasına mezar, kefen satın almamalı” diye diye geçirdim ilk bir iki günü. Çok zordu. Görünce inanırım sandım, gördüm, cansız bedeninde dayanamadım yanağını öptüm. Yine de gittiğine inanamadım. Babamın bedenini bir karış toprağa gömdüm. Orada bıraktım. Bir karış toprakta… Gömülürken çocukluğuma ve şımarma hakkıma dair her şeyi birlikte gömdüm. Bebekliğimi, çocukluk çağımı, ergenlik hırçınlıklarım, kaprislerimi… Babalar anlatılmaz. 34 yıllık canım, içim, kızdığım, sevdiğim, uykusunda izleyip huzur bulduğum, varlığıyla güçlü olduğum babam. Devrilirim sandım. Bu acıdan çıkarsam tek… Daha da ölmem. Ki bir kısmım öldüğünden belki de aynı şekilde yaşayamayacağım içindir. Bu yazımın amacı da babamı ya da acımı anlatmak değil. Anlatılabilecek bir acı da değil ayrıca. Bu yazının amacı “Baba”nın ne olduğunu bir kez durup düşünmenizdir. İnsan acısından konuşamıyor ama yazarak kendini inandırmaya çalışıyor. Şimdi neden yazıldığını biliyorum işte. Oysa içim haykırıyor; babalar ölmemeli!
Her gün konuşmadım babamla. En saçma işlerle boğuştum da her gün sesini duymadım. Babamı çok sevdim ama her seferinde söylemedim. Hep vardı. Her geleceğini söylediğinde, onu mutlu edebilmek için çeşit çeşit plan yaptım ama her seferinde süpriz olsun diye kendime sakladım. Sıkıntılarımı, sorunlarımı, hastalıklarımı paylaşmadım üzülmesinler diye. Ama onların da paylaşmadıklarını aynı gerekçe ile, sanki hiç düşünemedim. Şuan olsa her an ararım. Her fırsatta yanına giderim. Ben babama veda edemedim. Rüyama girsin, filmlerdeki gibi başımda dursun, saçımı okşasın istiyorum. Benden gitmiş olmasın… Ama ne rüyamda görüyorum ne de bir cevap alıyorum. Kocaaa bir sessizlik. İşte o yüzden şimdi ve her an babanızı aramalısınız. Hep olabildiğince… Ben hep babamın gurur duyabileceği bir insan olmak istedim, olduğumu biliyorum. Onun mutlu olabileceği her şeyi yapmaya çalıştım. Her anı için şükrediyorum. Şimdiyse… Bedenini yaşatamadım ama adını yaşatıp son nefesime kadar babamın kızı olacağım. Hayata tekrar ve tekrar binlerce kez gelsem, bu hayata hep babamın kızı olarak gelmek isterim. Hep ondan bir parça. Benim babam, kendinden öne koydu bizi, çocuklarını. Benim babam “baba” kelimesinin her saniye anlamı oldu. Ayak izini takip ettiğim, gurur duyduğum…
Baba giderse, sırtını dayayacağın duvarın, yere bağlayan köklerin gidiyor. O yüzden şu yazıyı okumayı bırakıp babalarınızı arayın, sesini duyun, onu ne çok sevdiğinizi söyleyin.
Baba! Sensiz çok yalnızım. Lütfen benden gitme. Soyadımla, varlığınla.. Atamsın, gururum, iyikim, varlığımsın. Sana hoşçakal diyemem. Diyemem, gitme.
Babalar ölmemeli Babam!