“Bunu bana nasıl yapar?” sorusunu pek severim. Bu sorunun karşı sorusu “kim nasıl yapar?” ve “ne yaptı?” asıl sorudan daha samimi sorulardır. Gelin bakalım kim, kime, ne yapmış?
Hayatında maksimum 30 kez görüştüğün o “özel” insan. Böl bakalım görüştüğün gün sayısını yaşadığın gün sayısına. Yani hesapla bakalım yaşamında tuttuğu zamansal alana. Binde 5? Yüzde 8? Hmmm bravo, Onda 3! Bu kısım madalyalık doğrusu, sanırım siz +50’siniz. Kim kime bu birimde ne yapar, ne yapabilir, nasıl yapabilir?
İnelim çocukluğa. Yok, wallahi inelim. O tatlı, miniş, agucuk-bıcıcık erkek çocuğunun duygularına inelim. Her şeyden korunaklı, hep de kıyamadığımızdan pek haklı, kimi zaman yaramaz ve çileden çıkarsa da pek sevimli, “ah aman çocuğum dur sen beceremezsin, olur mu annem ben yaparım, oy sana kurban olurum” cümlelerinin tatlış efendisi. Amman Tanrım, bu çocuk büyüdüğünde ya kalbini kırarlarsa, “yok yok, gerekirse oğluşum kırsın, kesin de pek tatlı çapkın olur yakışıklım, ah teyzesi şu gözlere bak”. “Hmmm, ama bize yakışmayan, oğlumun yanına uymayan biri olursa? Neyse, zamanı gelince düşünürüm” diye başında senin 8 yaşından öteye geçmene izin vermeyen, daha o yaştan strateji ve planla hayatını kurgulayan o bir tanecik anneler. Eğer kocasına hayransa oğlu ona benzesin, eğer kocasıyla mutsuzsa oğluna eşine yükleyemediği tüm anlamları yükleyerek büyüten, eğer şiddet görmüşse ebeveyn olmaktan uzak kalıp her halde ya oğlunu büyütemeyen ya da büyümesine müsaade etmeyen istisnasız her kadın. Ve ama ayrımsadığımdan değil de 7’sinde 70’şinde yaşı 8’i geçemeyen erkek. Hep çocuk, hepi topu çocuk.
Prenses kızımıza inelim… Tabiki kendisini korumak zorunda, 3-5 yaşında öpücüklerle sıkıştırılırken tembihlenen, ilk strateji savaşını anneyle baba için kapışırken veren, daha 7 yaşında ergenlikten kadınlığa planlama öğrenen, sürekli yaşını büyüterek söylemeye ve hatta bir an önce büyüyerek tüm prenses hayallerini gerçekleştirmeye odaklı minikler. Hep bir tarafında pembe ve pamuk olan şeker kıvamı masallar. Pembe ve pamuk demişken pamuk şeker örneğini vermeden geçemeyeceğim. Pamuk şeker genelde pembedir. Yumuşaktır, hacimlidir, şeker tadı istek uyandırır. Sonra yemeğe başlarsın, bir anda hacim gider, doyurmaz, ağzında tadı çabucak biter ve silinir. Ve işte kız çocuğu masallarının tadı pek de böyledir.
Hadi büyüsün çocuklar. Büyüyebildiği akıl yaşınca… Sana ilk görüşte “hoş” anlamını yükleyen, seninle vakit geçirmeyi seven ve muhtemelen seni dinlemeyen, dinlese de kendi duygularıyla ilgilenen adam. Sen tertemiz bir sayfa açtığında açamayan, dünden bugüne bir anda gelemeyen adam. Seni her dokunduğuyla kıyaslayabilen. Ya da kıyaslamadan bir iz vermeden listeye alan, seninle her paylaşımı rutin gören ve iten ve bu rutin dediğine aslında ilişki adını veren adam. Belki de bu görüşmelerin başında sana “benim” mülkiyetini veren, “onun o kıyafetle çatalı mı görünüyor” diye kendisine ait oyuncağı sarıp sarmalayan adam. Kim kimi kandırıyor? Bu adam, karşısındakine fırsat vermediği her anda kendisine duygu yaratırken ve bu duygu başlangıç değil, öncekilerle karşılaştırma maçına döndüğünde… Kendisine bu rutini yasaklayıp bir tek gün bir kadını adam gibi sarma cesareti gösteremediğinde mutlu yalnızlığın hazin kahramanıyken? Kendisine bir oyun alanında oyuncak edinmişken? Kim kimi kandırıyor?
Prensesim her gördüğüne “işte beklediğim prensim” yaftasını hoop verirken, hayatında eksik gördügü tüm duyguların beklentisini iki dakikada sunarken, yaşamak istediği ne varsa daha ilk günden sıralarken, sosyal baskılarla pembe panjurun peşinde çeşit çeşit taktikler uygularken, tüm taktikleri seve bayıla yiyerek bu oyundan pek memnun adamlardan “daha” sını bulunca masaldaki kahramanın “daha üst” modeline koşarken, “daha üst” model bozuk çıktığında, eski modelsiz yapamayıp oyun alanına dönerken, kimi zaman mağdur, kimi zaman tertemiz, kimi zaman gerçek bir prenseslik özlemi ile kendisini yalnız kalesine hapsederken? Daha kim olduğunu bilmeyen adama yüklenen sıfatlar, gerçekleşmesi talep edilen kendine dair anı planları, sana ait taleplerden “biz” oluşturma çabaları? Senin masalın etrafındaki oyun kurgusuna dahil ettiğin prensler? Kim kimi kandırıyor?
Bana öyle geliyor ki, insan “biz” olmayı beceremedikçe bu tekilliğinde bir tek kendisine yapıyor.
Yani insanı bir tek kendisi kandırabiliyor!