Sigorta güvencesi anlamında değil tabiki. İlişki kurmak anlamında kullandım. Yok yok, romantik ilişkilerden de bahsetmiyorum. İletişimden bahsetmek isterim. Üzerine çok kafa yorduğum, yazdığım, anlattığım “işteş” liğin, dinleme türünden. İletişim malum, iletmekten geliyor. Karşılıklı iletince iletişmek. Bir de bağ kurabilirsek “iletişim” oluyor. Peki sizce hayatımızın büyük kısmını oluşturan bu aktarımı iletişim haline getirebiliyor muyuz? Yoksa iletiş, bazen de ilet kısmında tıkanıyor muyuz?

Köklerimize inmek isterim. “Ben”liğe… İletişimi yani bağ kurmamayı tercih etmenin en büyük nedenleridir travmalar. Travma diyorum çünkü birbirimizde etki yaratan, kırdığımız yücelttiğimiz ne var ise hepsini kategorize edip saklayan bir zihnimiz var. Öyle derin bir şehir ki bu zihin, sokaklarında gezintiye çıktığımızda bu gezinti, korkularımız, kaygılarımız, beklentilerimiz, umutlarımızla yaşanmışlıklarımızın içinde yaptığımız bir anımsama turuna dönüşüyor. Üstelik hatırladığımız duygular, anılarımızı tam olduğu andan daha masalsı, daha trajedik, farklı bir kareye dönüştürüyor. Örneğin sizi acıtan bir konuşmada, arkadaşınızın o gün en sevmediğiniz renk olan mor renkte bir gömlek giyindiğini hatırlıyorsunuz. Oysa arkadaşınız o an turuncu giyiniyordu. Yüzündeki mutluluğa yansıyan gülüşü, siz dalga geçmek olarak hatırlıyorsunuz. Ne ilginç değil mi? Aklınızın sizinle oyunu. Acaba duygularınızın aklınızla oyunu olmasın? İçimizde huzursuzluk yaratan hisler bizi hep yarım bırakmıyor mu? Yani algılarımız alg olarak yaşamaya başlıyor. Bu algı yönetimi içinde anlamadığımız her duygu alg olarak kalıyor. Islak, sulu, kıvamsız. Böyle de anlamsız ürüyor bu his. Ve asıl duyguyu unutturuyor. Bağ kurdurmuyor!

Kendimize neden bunu yaptığımızı anlamakta bazen zorlanıyorum. Bağ kurmamaktan bahsediyorum. Öyle tekil kalıp özgürlük dediğimiz bir kaçış birelliği. Bağ kurdurmayan bu iletim problemi… Sonra iletim probleminin bu sulu, algıdan, alg olmaya kayan durumdan olduğunu düşünüyorum. Çünkü iletmek aynı zamanda geçirmektir. Biri sizi dinlemiyorsa, sizi geçirmiyordur. Size geçit vermiyordur. Sizi geçirmiyorsa siz de iletmiş olmuyorsunuz. Aktif dinlediğiniz kimler kaldı hayatınızda? Yani yüreğinizi tam yerinde, olması gerektiği gibi attıran kaç kişi var? Siz de kaygı, korku, umutsuzluk, yorgunluk, bıkkınlık yaratmayan… Ya da yaratmasa bile, yaratma ihtimalini ortadan kaldırmak için geçit vermediğiniz oysaki geçit verseniz neleri iletebileceğini hiç de bilemeyeceğiniz kaç kişi?

Herkesin yol arkadaşına ihtiyacı var. Yalnızlaştırdıkça kendimizi mahkumlaştırdığımız, beynimizin yalnız şehirlerine köle ederek yeni anlar yaratmadan, anılar ve artık pek de kurmayı beceremediğimiz hayallerimizle simülasyonlar içinde yaşadığımız zihnimizde, yaşayamadığımız hayatlarımızın esiri değil miyiz? Nedeni ilettirmeme. İletişmeme. Yani geçit vermeme.

Duygularımızı eşitlememiz gerek. Birbirimizle kurduğumuz tüm anlatımların iletişime dönebilmesi için izin vermek zorundayız. Beklemek, denemek, test etmek… Kendi egomuzun ben ve benliğimizle oynadığı oyunlardan ibaret, başkasıyla değil! Kendini korumak altında akıp giden zamanda kaybolmak, kendini korumak adına “ben”i yüceltmek, “ben”le kalmak, “ben”siz olmak sonucuna gidiyor. Kimden kim kalıyor “ben” de?

Eski yaşamlarımızın kesilmemiş faturalarını yeni yaşamlarımızın aktörlerine ödetmeye çalışmak, dolanmak ve dolandırmak ve dolana dolana ortada kalıp yaşayamamaktan ibaret. Yaşayamayan kim? Yaşamayan kim? Nefes aldığını zannedip zaman öldüren ve gideceği durağı unutup anlamsızca bir döngüde ring seferi atarak hayatını tüketen, aslında tükenen kim? Eşleştirmelerimize dönelim, eş olmak denkleşebilmek, denkleşebilmek iletime açık olmak, iletim iletişmek, iletişebilmek, iletişim… Pek karışık. Karışırsa? “Karışmayım bari” diyor içsesim. E o zaman siz de benim iletişebilemediklerimden misiniz? Yine ıslak kaldı, yine bir alg!

Alg kalmadan, yaşam seviyesinin en bağışlanmış mucizesinde atan kalbimize ve ruhumuza layık olmanın iletken seviyelerinde buluşabilmek için izin verin! Çünkü mutluluk anlardır. İletkenlik ise anları çoğaltır.