Çok seçeneğimiz olduğu doğrudur. Bu kadar seçenek kaos ortamı yaratıyor. Kaos da gri bir alan. Gri benim en sevmediğim renk.
Hayatta kendimize uygun gördüğümüz isteklerimiz var. Başarılı olmak, mutlu olmak, coşkulu olmak, “en” olmak, aşık olmak… Uzar gider bu liste. Listenin içindeki bazı hedefler hayatımızın bazı dönemlerinde karşımıza çıkar. Karşımıza beklemediğimiz bir anda çıkan, aslında isteklerimiz arasında olan seçeneklerimiz bedel ödemediğimizde seçimimiz olmaz. Hayatta sanırım “mülkiyet” kavramını çok sevmişiz biz. Pazarlık çok açık. Bedelini öde senin olsun, bedel yoksa değerini ölçemezsin. Ölçemediğinde değerini bilmezsin. Bilmediğin için neye sahip olduğunu anlamazsın. Anlamadığın için arar durursun. Ve bunların en başında aşk gelir.
Aşk son yıllarda hep aradığımız, çoğunlukla bulamadığımızı düşündüğümüz denedikçe yozlaştığımız seçenekler silsilesi oldu.
Aşk insanın kendisiyle ilgilidir oysa. Bir gün, sebepsiz mutlu uyanır, özgür hissedersin. Başka bir gün bir dala konmak istersin. Diğer bir gün konduğun dalda sonsuzluğu bulmak istersin. Evet, farkındayım. Benim anlatımımda aşk biraz pembe pofuduklu. Ben aşka hala inandığım için.
Ne kadar mantıklı olursak olalım, kadınsal hormonların tetikte olduğu bir bedenle başbaşayız. Seratonin salgılıyor mutlu oluyoruz, oksitosinle bağlanıyor, dopamimle biraz endişeleniyoruz. İşin içine daha neler neler giriyor da aklımız bazen kalbimizde atıyor. Yani bir, beş, on seçenek bizim doğamıza gelgelim uymuyor. Zaten de merak ettiğim bir konu var. Diyelimki çokça seçenek denedik, seçeneklerde kaybolmayacak mıyız? Diyelim ki bir gün bir kadın, diğer gün başka bir kadınla uyandık ya da hatta hepsiyle aynı anda uyandık. Bu ne kadarlık, nasıl bir mutluluğun habercisi olabilir? Ahh evet, erkek okuyucularım o an evde bir çok kadınla uyanma hayalini kurup mutlu oldu, yazdıklarım da bir an saçma geldi. İşte bu çizginin adı hormon olsa gerek. Kadın okuyucularım ise “en”i aramayı ne zaman bırakacak? Ve biz bu kaos ortamında birbirimizi yaralamaya daha ne kadar devam edeceğiz? Pes edecek gibi olduğumda sevmek diyorum, herşeyiyle birini sevmeye cesaret etmek demek. En zayıf yanlarından oluşan mükemmelliği izlemek, bu çirkinliklerden oluşan var oluşu kabul etmek demek. Sevmek diyorum, varlığın her haline dokunabilmek, tahammül, mücadele demek. Çekip gitmemek, pes etmemek, inanmaya devam etmek demek. Sonra da tek başıma kalmış gibi hissediyorum. Amerikan yapımı bilim kurgu filmlerinde yeni bir dünya düzeninde son kalan insanlar vardır. Onun gibi saçma bir senaryo. Neyseki film Amerika’da çekilmiyor ve son insan kalmadığıma eminim. Sayı az sadece diye bu seferlik yazar avuntusu yaratabilirim sanırım.
Ne güzel şeylerdi düşlediğimiz yarasız aşklar. Ne güzeldi gelecek hayallerimiz. Şimdi bakıyorum da her şey pazarlık. Herşeyle mücadele ediyorsun da seçeneğe indirgendiğinde griyle mücadele edemiyorsun. Savaşabilirim diyorsun, sonra gri aklina geliyor ve…
Aşk siyah beyaz. Sonsuz. Yin ve yang. Birliktir aşk. Tekliktir.
Çoklu seçenekleri, ihtimaller serisini, pazarlıkları… Ve bir de griyi sevmeyeceğim.