İhtiyacım var” demek ne zor bir cümle.
Muhtaç olmak ile karıştırılıyor çoğunlukla belki de. Bir de neye ihtiyacımız olduğunu bilmek önemli. Günler ve günler geçiyor bu ihtiyaçları analiz etmeye çalışırken. Bir bakmışız ki, düşünürken bir kere de cümle içinde kullanmamışız.

Nefes almaya ihtiyacım var. Huzura ihtiyacım var. Karışıklıklar dünyasında netliğe ihtiyacım var. Yozlaşmalar arasında saflığa ihtiyacım var. Tüketime takılıp gidenler arasında sevgi üretebilenlere ihtiyacım var. Kafası karışıklar arasında kafası dingin olanlara ihtiyacım var. Seçilmemiş, seçmiş olanlara ihtiyacım var. Akıntıda sürüklenmeyen, rotasını çizenlere ihtiyacım var. Uzun uzun sohbet edip ürettiğimiz fikirlere, çıkardığımız sonuçlara ihtiyacım var. Yüzüne baktığımda, kaşının hareketinden ne istediğini anladığım birine ihtiyacım var. Gözümün ışığından o anki ruh halimi hissedebilen ve buna önem verene ihtiyacım var. Kurtarıcıya değil ama başımı omuzuna dayadığımda kahramanım diye hissedeceğim birine ihtiyacım var. Sır tutanlara ihtiyacım var. Hayatını para ile takas etmeyenlere ihtiyacım var. Dostluklarını, samimiyetini çıkara harcamayanlara ihtiyacım var. Sadece işi düşünce aramak yerine bazen de sırf sesini duymayı önemsediğini hissettirenlere ihtiyacım var. Sevmeye ihtiyacım var. Sevmek kadar sevilmeye ihtiyacım var. Güvenmeye ihtiyacım var. Kaçanlara, gidenlere değil, kalanlara ihtiyacım var. Muhtaç olmamasına rağmen omuz omuza duranlara ihtiyacım var. Konuşana, dinleyene, merak edene, hissedene ihtiyacım var. Yol arkadaşına, sırdaşa, dosta ihtiyacım var. Emanet alabileceğim ve kendimi emanet edebileceğim yüreklilikte yaşamaya ihtiyacım var. Ve evet birinin çıkıp “geçti” demesine ihtiyacım var.”

Bu cümleleri kurmak insanı rahatlatıyor. Bizim arada bir isteklerimizi kağıda dökmemiz gerekiyor. Çünkü istediklerimizi hatırlamamak, başkalarının istekleri veya hayatın aktığı yönde istemediğimiz anları yaşamamıza neden oluyor. Kendinden uzaklaşmak, sen olmayan senlere yolculuk yaratmaktır. İnsan olmadığı bir türe evrilince ruhu yaralanıp, yoruluyor. Evrilme dönemi ise şuursuz anların birikimi. İşin sonunda kendine mahcup oluyorsun. İçindeki çocuğun elini tutmadığın, ona iyi bakmadığın için kendine kötü davranmış oluyorsun. Almamız gereken sorumluluk kendi içimizdekine. Sonra da tabi, başka ruhları yaralamamak üzerine. Sırf yaralandığımız için başkasını yaralamaya hakkımız yok. Hepimiz ne zamanki birbirimize karşı sorumluluk hisseder ve bu vurdumduymazlıktan vazgeçeriz, sevmek ve dürüstlük o zaman kurtulur. Herşeyin normal geldiği bir dünyada yaşadığımızı biliyorum. Nedeninin de kendimize sahip çıkmayışımızdan olduğunu da biliyorum. Duygusal bir insanın sanki duyarsız bir insan gibi davranarak onlarca insanın hayatına nüfus etmesi, onlarca insanın hayatına nüfus ettirmesi ruhunu renklendirmiyor. Beyaz ve siyahı hayattan çıkarıp her şeyi grileştiriyor. Demek istediğim o ki, herkesin kirleri var. Hayatına dahil ettiğin insan sayısı kadar hayatın bulaşık suyuna dönüyor.

Yalnız kalmak mı, istemediğiniz yollarda inanmadığınız insanlarla yürümeniz mi tercih edilebilir bilmiyorum. Herşeyin karıştığı bu dünya düzeninde, dingin ruhlar buluşsa ne güzel olurdu. Diğerleri istediğince birbirleri ile pazarlık ede dursunlar siz huzurla ayaklarınızı uzatıp bir böceğin kanatlarını tartışabilir, dünyayı aynı gözlerden farklı odaklardan görebilirdiniz. Bu yazıyı okuyup ruhuna dokunmayanlar ve zaman kaybı görenler sağ tarafa geçsinler. Okuyup yalnız hissedenler, düşleyenler, düşünenler sol tarafa. Çünkü kalp sol tarafta. Ve biz hakettiği şekilde onu attırmaya devam edenler kulübüyüz. Yaşarken ölmeyen, öldürmek yerine yaşatanlara sevgilerimle. Şşşşşş “geçti”!