Odaya yirmi bir kişi nasıl sığdık? Gözümü kapatıp açıyorum. Ayaklarım mı küçülmüş benim? Diyet yaptım da hepi topu üç kilo vermiştim. Ayaklarım… Aaaa ellerim de küçülmüş.
“Seninle konuşmalıyız” diyor şirin baba. Şirin baba mı? Noluyor yahu? Aaa aynadaki ben beş yaşında. Yok artık. Gözlerimi şirin babaya dikiyorum. “Yanında olduğumuzu bilmelisin”. Bildiğin şirin baba. Babam şirin baba mı olmuş? “Ne istiyorsun söyle” diyor. Ne mi istiyorum? Beş yaşında olduğuma göre şeker isterim herhalde, ne isteyim? Şirine yüzümü okşuyor. Vallahi parmakları yüzümde. Ne güzelmiş şirine. “Sen de öylesin” diyor. Nasıl yani, ben bunu sesli mi söyledim. Uykucu şirin sözü alıyor; “konuşmayacaksan uyuyacağım ben” diyor. Haydaaa. Süslü şirin yanıma oturuyor, “saçını tarayalım” diyor, “yok yok sen benimkini tara, ne de olsa ben çok güzelim” diyor. Şaşkınlıktan bayılmak üzereyim. Yatağın yanından nefes nefese başka bir ses geliyor. Şınav mı çekiyor o? Çevik şirinmiş. “Ayda üç kere spora gitmen mantıklı değil” diyor. “Ben de biliyorum” demiyorum. Dedim mi acaba? Aşçı şirin elinde çikilota soslu bir pankekle odaya atlıyor. Çikilota mı? Yıllar oldu şeker yemeyeli. Şuan yiyebiliyor muyum, beş yaşındayım sonuçta. Kahve de yapar mısın aşçı şirin? Ama çocuklar kahve içmezki. Usta şirin bir anahtar uzatıyor. Avucuma koyuyor. “Al, tamir ettim, kalbini herkese açma, içerde de bir oda yapmışsın onu da daha açmamışsın kırdım kapıyı, artık bir anahtar bir kapı”. Söyledikleri beni telaşlandırıyor göğsüme indiriyorum başımı, çok şükür kalbim yerinde. Anahtar nerden çıktı? Toz oluyor o anda. Korkak şirin titriyor yatağın üstünde zıplayarak. “Ya vazgeçersen” diyor. “Vazgeçmem ben” diyorum. Odada herkes bana bakıyor, sessizlik oluyor. Demek az önce cümle kurmuyormuşum, ilk kez konuşmuşum. “Savaşçıyım ben” diye devam ediyorum. Hayalci şirin zıplıyor yatağın üstüne. “Hep kalacak mısın? Gitmeyeceksin yani?” diyor. Neden gideyim ki? Ama şirinler giderse kalamam da burda. Elimi tutuyor hayalci şirin. Şaşırıyorum sıcaklığına. Obur şirin bana yiyecek bir şeyler uzatıyor. Adana dürüm mü yiyor o? Kahkahalar atıyorum. O sırada sakar şirin yataktan düşüyor. Hepimiz gülmeye başlıyoruz. Somurtkan şirin en dip, karanlık köşeden “kalabalığı sevmiyorum” diyor, “yalnız olmayı da”. “Ben de” diyorum. Pasaklı şirini banyoya sokmaya çalışıyorum birden. “Yıkan çabuk, üstün başın kir pas, o halde yatağa giremezsin”. Aklıma başak burcu oluşum geliyor. “Şirinlerin burçları ne acaba. Doğum tarihlerini bilmiyorum ki” diye geçiriyorum içimden. Bebek şirin ağlıyor, kucağıma alıp seviyorum. Susuyor. Bebek şirin benim bebeğim mi? O da nerden çıktı. Keşke… İçimde bir sevgi büyüyor, odayı dolduruyor, yer kalmıyor odada. Sonra birden ressam şirin aşkın resmini çizdiğini söylüyor, tabloyu çeviriyor. Bomboş. Korkuyorum. Şair şirin sana şiir yazdım diyor, okuyor, duyamıyorum dediklerini. Korkuyorum. Aşık şirin geliyor, başımı göğsüne yaslıyor. “Korkma” diyor. Ne huzurlu bir an. Sadece böyle yüzyıl kalabilirim diye düşünüyorum. “Sonsuzluğum ol” demeye çalışıyorum. Şirine “merak etme, gelip seni bulacak” diye sözümu kesiyor. Şirin baba başımı okşuyor. Bu eli hatırlıyorum ben. Gözlerim doluyor. “Üzülme” diye bir fısıltı. Sonra sessizlik.
Uyanıyorum. Yanaklarım ıslak.
İnsanın içi diye düşünüyorum. Dinlediğinde ne ilginç, söyleyecek ne çok şeyi var. Beynimiz kalbimizle senkronize çalışmıyor, ya biri devrede ya diğeri. Keşke birlikte çalışabilseler. Şirinler mi? Hahh. Olur mu canım öyle şey?