Unutulan renkleri hatırlatan bir sabah. Savrulan anılarla uyandığım… İçim sıkılıyor çünkü bugün en sevmediğim konulardan biri için destek vereceğim. Boşanma!

Dün idi. Önce telefonda titrek bir ses. Ben boşanma davası bakmam ki. Ama sizi tanıyorum ve sizden başkasına güvenemem diyor. O kadar titrek ki sesi. İşin içinde “güvenmek” ve “kurtarılmak” kelimeleri girdiğinde “hayır” kelimesi benim için sözlükten çıkıyor. Beklerken içim sıkılıyor. Kafamın içinde bir yankı. “Ben boşanma davası bakmam ki”.

Bir anne geliyor karşıma. Dünya güzeli bir kadın. Bakımsız kalmış gözleri ağlamaktan, bakımsız kalmış yüreği yalnızlıktan. O anlattıkça sarılmak istiyorum. Evet evet, ben sarılmam. Sarılmak istemediğimden değil ama. Konu özetle: anne olmak istemiş, annelikten mutlu. Adam evde vakit geçirmek istemiyor. Çocuğu ile arada bir oynuyor. Oyun arkadaşı yani. Sonra ortalıktan kayboluyor. Sürekli mesaide. Aldatılıyor mu bilmiyor kadın. Esasen aldatılıyor olsa bile umrunda değil. Yorulmuş. Her şeyle mücadele etmekten yorulmuş. Ben çocuğu istedim, anlaşalım, boşanalım yeterki diyor. Kadın üzgün. Ağlayarak gidiyor. Adamı arıyorum. Yılgın bir ses. Ofise gelip anlaşma koşulları üzerinde görüşmek istiyor. Müvekkilimden onay alıyorum. Adam geliyor. Hikaye aynı hikaye değil bence. Tanışmışlar, aşık olmuşlar. Arkadaş olmamışlar. Olamamışlar çünkü hızlıca evlilik, çocuk, bir anda kucakta bebek. “Çocuk güzel ama” diyor, “ben hiçbir şey paylaşamıyorum.” “Aldatmıyorum eşimi. Ama eşim kelimesinin cevabını onda bulamıyorum. Niye konuşmadıklarını soruyorum. “Ne konuşacağımı bilmiyorum ki” diyor. Gidiyor. Düşünmeye başlıyorum.

Bir çok kadın çocuk doğurmak, aile kurmak istiyor. Aile kurmayı çocuk doğurmak ile başlatmak hata değil mi? Ben ailemle yaşamadım on sekiz yaşından sonra. Bir çoğumuz öyle. Demek ki aile çocukla değil, yol arkadaşı ile kuruluyor. Birini önce tanıyacak, arkadaş olacaksın. Sonra seveceksin. Güveneceksin. Eğlenmeyi, evlenmeyi ayırmayacak, eğlenebildiğin insanla evleneceksin. Saçı dökülecek seveceksin, göbeğini kaşıyacak seveceksin. Sen kilo alırken de verirken de seni sevecek. Hasta yatarken seveceksin, inatlaşırken seni sevecek. Kavga etsen de seveceksin. Küssen de sevecek. Cebinde paran yokken sevecek, ekmeği bölüşeceksin. Yokken istemeyecek, varken paylaşacak, oldukça vereceksin. Yani çıkmaz sokağa varınca beraber çıkacaksın oradan. Seyyar aşklar yaşamayacaksın. Camdan bir kalp gibi düşünüp kırmayacaksın. Bakacaksın, onaracaksın, alan açacaksın yaşayacak. Demek ki “ultra her şey dahil” sistemi paket olarak kabul edeceksin. Zora gelince gitmek ne demek, vazgeçmek ne demek bilmeyeceksin, öğretmeyeceksin. O yola girdiysen, yarıda bırakmayacaksın. Bu hikayenin de kendi hikayen olacağını, pembe bir masal değil, yazdığın bir hayat yolu olduğunu bileceksin. Çocuk yapayım diye evlenip, sonra hayattan bunalmak ve çocuğun üstünde yaşayıp tüm hayalleri çocuk üzerinden gerçekleştirmeye çalışmak tabi ki yorucu, mutsuz bir yol. Çocuk bir hedef değil. Olmamalı. Bunu o minik ruhlara yapmaya hakkımız olmamalı. Çok kızacak bir çok insan bu cümlelere. Genelde biz bekar kadınlar bu cümleleri kurunca karşı cevap “sen bilmezsin, “çocuğun olunca anlarsın”, “evlenince görürsün” cümleleriyle geliyor.
Akşam saatlerinde ikisiyle buluşuyorum. Ofiste buluşmak yerine sakin bir yerde. Tedirginler. Sohbet etmeye başlıyorum. Önce geriliyorlar, sohbete katılmaya karar veremiyorlar. Sonra bir mucize gibi, öyle derin sohbete dalıyorlar ki ben araya giremiyorum bile. Çok eğleniyorlar, gülüyorlar, hatta bir ara eşi tuvalete giderken eşlik ediyor diğeri. Masaya geri döndüklerinde boşanma konusunu yeniden açıyorum. Yüzleri düşüyor. “Önümüz adli tatil. Erteleyin. Birbirinize en olmaz, en kötü şeyi yapmışsınız. Sessizliğe gömmüşsünüz. Psikolojik şiddetin en ağırıdır bu. Sessizlikle, yoklukla, tepkisizlikle cezalandırmak. Duvar olmak. En büyük şiddet. Konuşabildiğiniz sürece birbirinizden vazgeçmeyin. Sanırım konuşabiliyorsunuz. Tanışın. Tanıyın birbirinizi. Arkadaş olun. Adli tatil bitince, gelin yine ayrılmak istiyorsanız, çok hızlı bitecek herşey söz veriyorum. Yarım saat kapıda, 3 dakika hakim karşısında beklersiniz en çok. Duruşma salonundan çıkarken her şeyin ne kadar çabuk bittiğine inanamayacaksınız” diyorum. Çekinerek birbirlerine bakıyorlar, hesabı ödüyoruz. Arabada bağır çağır “işte o an bir fırtına kopaaarr” diye bir Erol Evgin şarkısına eşlik ediyorum, dilime dolanan şarkı ile uyuyorum. Sabah telefon sesine uyanıyorum. Vazgeçmişler. Teşekkürler, şakalar… Mutlu oluyorum. Sonra yine bir telefon. Kadının en yakın arkadaşlarından biri. Hikayesini dinleyince “lütfen beni de dinlesin” demiş. Ah bu “lütfen, yardım et”ler…
Geliyor ofise. Gözleri dolu dolu. “Hiç konuşmuyoruz, konuşma girişimlerim kavga ile sonuçlanıyor”. Aile terapisine gitmişler. Çocuk istemiyor adam. Ayrılalım da demiyor. Hep mesaide. Bu hikayeler bende defo yaratıyor. Birini sevsen, mesaideyim dese… Demesin, vursun beni daha iyi artık. Neyse aklım dağılmadan dinlemeliyim. Kurtarmam gereken bir evlilik var. Kurtarmam mı? Yahu benim boşayarak para kazanıyor olmam gerek. İyice aklım karıştı gördün mü bak. Boşanma benim konum değil. Getirin bilançoları, yatırımcıyı, hissedarları… Derken kadının göz yaşlarıyla irkiliyorum. Üstelik gelip bir anda bana sarılıyor, hıçkırıklarla sarsılıyor. Bu aşamada ne yapmam gerekiyordu. Biliyorum, aştım bunu. Sarılıyorum ben de. Başını okşuyorum. Sakinleşiyor. Aile terapistinin terapiye uygun olmadığını dile getirdiğini söylüyor. Bu cümle sarsıyor beni. Bu cümleyi duyduğumda ne diyeceğimi bilemiyorum. Çünkü bu 3. bir kişi var demek. Bu da ayrı bir psikolojik taciz. Başkasıyla bir paralel yaşamda gülüyorsun, sohbet ediyorsun, samimiyet kuruyorsun, çıplak kalıyorsun. Sonra başka bir evde, başka bir insanla, başka bir yaşamdasın. İnsan kendisine neden bunu yapar. Ya samimiyet? Ya gerçeklik? Kadına bakıyorum. Aldatılıyorsun demiyorum. Boşanmak için protokol koşulları ne olacak diyorum. Afallıyor. Belli. Çok seviyor kocasını. “Siz..” diye başlamak istediği cümleyi bitirmiyor. Biliyorum. Evliliğini kurtarmam ümidiyle gelmiş. Birinin bir parmak şıklatmasını bekliyor. Biliyorum bu çaresizliği. Birini seversin, sevmek, daha çok sevmek istersin. Ömrünün tüm geri kalanında. Hatta tüm ömürlerinde sevmek. Ama çaresizce beklersin ve o ışık yanmaz. Koca sessizlikler. Keşke diyorum, keşke bir şey yapabilsem. Kurtarıcıydım hani. Beynimde dünden kalan şarkı bir anda fona alıyor sözcükleri; “işte o an bir fırtına kopar”…