Sabah uyanıyorum. İlk aklıma gelen şey “kahve”. Büyük bir tutkuyla mutfağa doğru sürünüyorum. Kahve makinasının fişini çalıştırıp kendimi o aromaya ve kokuya teslim ediyorum. Uyanmamın ilk anı. Kahvaltı tabiki yapmıyorum.
Banyo, giysi dolabı ve ayna önünde verilen savaş sonrası hazırım güne. Geceden beri prizde olan telefonumu alıyorum elime. Tabiki milyonlarca gruptan gelen mesajlarımı okumak süre alıyor. Derken saate bakıyorum, derhal evden çıkmam gerek.
Gün içinde işlerimle boğuşur, telefonla konuşurken yemek yemediğimi fark ediyorum. Çoğunlukla anlamsız atıştırmalar, kahveler, çaylar derken harika bedenimi hunharca tahrif ediyorum. Kimi zaman çılgın sporlar, kimi zaman saatlerce koşuya çıkmalar, denenmiş milyonlarca diyet, her gün kendime verdiğim sağlıklı beslenme sözleri arasında vücudumun kimi zaman bana direndiğini fark ediyorum. Bu arada beynim hiç durmuyor. Sürekli bir şeyler düşünürken karşıdan karşıya hangi ara geçtim, o merdivenleri ne zaman indim, eve hangi ara vardım kısımlarını atlamış olmam kendimi kimi zaman ışınlanmış gibi hissettiriyor. Bu boyutta olmadığım bir gerçek.
Çoğunlukla eve uğramadan, kimi zaman bir üst baş değiştirmelik eve görünmek sonrası sosyal hayatımı sekteye uğratmadan devam etmeliyim günüme. Bazen aynı gece 2 program, bazen 2 program arasında yine de bir iş, bazen yemekler ve eşlik eden kadeh. Bitmiyor ama. Bitmemeli… Çünkü hayat akıyor. Ve kendimi yine bir arkadaşımla bir şeyler içerken veya müzik dinlerken, kimi zaman dans ederken buluyorum. Bazen uzun dost sohbetleri, bazen konuşmasız dinlenen müzikler, grup halinde edilen danslar sanki o nehirde akmayacakmış gibi kenara tutunduruyor. Gecenin bir vakti eve gidiyorum. Okumam gereken sayfa kokulu kitaplarımın arasına dalıyorum. Çoğunlukla uykum kesik kesik. Bu whatsapp grupları hiç susmuyor. Ve ben sanki hep cevap vermeliymişim gibi online oluyorum. Dinlenmek ve kendimle kalmak mı? Sonra yaparım.
Evet sporumu da yapıyorum, vizyona giren filmleri kaçırmıyorum, kısmen tiyatro kısmen Showlara gidiyorum. Sosyal yardım projelerinde yer alıyorum, gönüllü olarak katıldığım gruplar, dernekler, vakit ayırdığım dostlarım, gezdiğim yerler hep cabası.
Ve bir an geliyor. Kendimi bile duymama izin vermeyen müzik susuyor. İçtiğim kokteylin anlamsız tadı ağzımı kamaştırıyor. Gözümü kaldırıyorum ve bir anlık etrafıma bakıyorum. Ne çok ben var. Ne çok biz olduk. Hayatlarımız aynı mı bu kadar. Tahmin etmeye çalışıyorum insanların sorunlarını ve hayatlarını. Tahmin edemesem de biliyorum herkesin bir yaralı kanadı olduğunu. Çizilmiş, darp edilmiş bir kalp. Kimi zaman kırık ruhlar. Garip…çünkü insanların çoğunluğu aynı olduğu için ve herkes gibi olduğum için de mutluyum. Evet herkes ben oluyor. Ben herkes oluyorum sonra. Çünkü hayat parmaklarımızın arasından kayıp gitmesin diye uğraşımız. Çünkü tutunmaya çalışanların hikayesiyle dolup taşıyor sokaklar. Tutunanlar evlerinde ve kendileriyle sanırım. Belki de o yüzden en modern haliyle yaşıyorum hayatı. “En” imlecine katılan “en” garip tavırla. “En” demişken, “most”daha popüler geldi kulağıma. Çağdaş çizgimize daha yakın. O zaman bugün “most modern hayatlar” ımıza uy(u)mayalım.