Uzaklaşıyorum hızla o anıdan uçak piste inerken. Birazdan tekrar İstanbul’a döneceğim. Yetişkin hayatım ve sorumluluklarıma. Geride koskoca bir çocukluk sildim halbuki. Hatta toprak attım üstüne. Dua okudum. Tek bir göz yaşı akıtmadım ama.
İlk kaybım dedemdi. Babamın babası. İlkokul birinci sınıftaydım dedem vefat ettiğinde. Biri ölünce onu bir karış toprağa gömüp orda vedalaşıyormuşsun, o toprak onun evi oluyormuş. Sonra onu önce 7 gün sonra 40.gün sonra da bayramlarda ziyarete gidiyormuşsun. Ağlamamıştım. Eve döndüğümüzde bir gece babamın oturduğuna, kızkardeşimin uyanıp yanına gittiğine ve ikisinin ağlamaklı olduklarına şahit olmuştum. Belki de ağlamışlardı. Ben ağlamamıştım.
Annemin babası, diğer dedem de hazırlık sınıfına gittiğimde yani yine küçükken vefat etmişti. Çok severdim dedemi. Ve dedemin kaybı içimi çok acıtmıştı. Ama ağlayamamıştım. Dayımın ölümünü gördüm. Gencecikti. Aniydi. Olmamalıydı. Hastaneden iyileşti haberi geleceğine emindim. Biri “bitti” dedi. O yüzden “bitti” sözcüğü hayatın en trajik kelimesidir benim sözlüğümde. Ağlamadım.
Babaannemi kaybettim. Bilseniz.. Osmanlı kadınıdır. Esaslı… Güçlü. Çok güçlü oğulları vardır herkesi korkutan ama anneleri yeri gelir masaya elini vurdu mu söz onun olurdu. Ağlamadım.
Yengemi kaybettim. Uzun boylu. Hatayın en güzel kadınlarından. Selvi boylu al yazmalı bence yengeme yazılmış olmalı. Öyle su gibi, kara gözlü, kara kaşlı, dipdiri bir kadın. En trajik ölümdü hayatımdaki. Hala kabullenemediğim. Duyduğumda trafikteydim. Şoka girdim. İki saate yakın konuşamadım. Zaman yolculuğuna çıkmıştım. Derken eşi, amcam vefat etti. Bir ay vardı aralarında. Artçı etki gibiydi. Yüreğim doldu taştı. Ağlamadım. Aradan zaman geçti diğer amcamı kaybettim. Üstelik ölümünü kanser olduğu için başında bekledim. Dua ettim. Allah acılarını dindirsin diye. Acıları dindiğinde benim acım başladı, benim kalbime bir iğne battı ama ağlayamadım. Her aile büyüğünde bir kapı kapandı, bir anı kayboldu, bir dönemle vedalaşıldı. Çocukluk anılarımdan koptum da koptum… ve perşembe akşamı anneannem son nefesini verdiğinde en güzel bayramlarım, en çocuk, en saf dönemim noktalandı. Ağlamadım. Çünkü annem çocukken çok üzülüp canım yandığımda eline terliğini alıp “yut çabuk, yut kimse sesini duymasın” derdi. Çoğu kendi kızgınlığımda, çaresizliğimde ağlamışımdır ama acı, hele de ölüm acımda tam da annemin dediği gibi yuttum ve kimse duymadı. O yüzden ilk kez vedamı, tüm vedalarımla toplayarak gözyaşı değil, kelimelerimle etmek istedim.
Anneannem… Dünyada zenginlik tanımlanmayıp yaşanması gerekse anneannemin gönlünden yaşanırdı. Fakirlik diyemem ama yokun ne olduğunu bilecek günleri olmuştu. Bir avluya bakan dört ev ve bahçe vardı ve anneannem onlardan birinde yaşardı. Çocukluğumun en sevdiğim oyunlarını orda oynadım. En mutlu yakar toplarla toprağın içinde orda karardım. Hazine arayıp toprak kazmışlığım da var, hayal gücümle kiler gibi bir yerde saklanmışlığım da. Asma yapraklarını yaprak basmak için dallardan koparmışlığım da var, üzümleri korukken koparıp yemişliğim de. Dutları dalından seçmişliğim, top oynayıp kuzenlerimle en mutlu çocukluk anılarımı yazmışlığım da. O derme çatma iki göz odalı evde ne pişerse, ne kadar pişerse pişsin anneannem hiç ama hiç acaba bile demeksizin, ağız ucu etmeksizin, son derece ısrarcı bir tavırla o tencereden her eve ayak basana yedirir, sofraya davet ederdi. İnanamazdım. Bazen çocuk halimle kızardım bile, “dedem anneannem herkesi çağırdığı için zengin olamıyor” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama aynı zamanda bir tencereden mucizevi şekilde kaç kişinin doyabildiğini ve aklımın bu bereketi anlamadığını da. Hatta anneannem “Allah bereketini verir” dediğinde gerçekten Tanrının tenceredeki yemeği bitmeyen yemek yapabileceğine inanmıştım. Bugün biliyorum ki bu dünyada çok zengin yaşamış bir insan varsa, ne o yatlarda, on dönüm arazilerde kırk odalı evlerdeki insanlar, ne üne şöhrete paraya doymamış kişiler. Benim anneannem çok zengindi. Sahip olduğu tek bir lokmayı kapısından adım atan herkesle gönülden, beklentisiz, sorgusuz, sualsiz paylaşabilen cömertlikteydi çünkü. Anneannem pamuk gibiydi. Herkes sinirlenir, bağırabilir, küsebilir hatta bazen kendisine saygısızlık yapabilirdi. Boş gözlerle bakar, sessiz sessiz kafasını oynatır ve tek ama tek kelime etmezdi. Kimi zaman günler, kimisinde yıllar geçer haksızlıklar unutulurdu ve o yine tek bir kelime etmezdi. Yüreği kocamandı çünkü. Bir de o yürek hem dayıma hem de dedeme özlem doluydu. Kim ne derse desin. Benim anneannem öldü ama aşkına da kavuştu yıllar sonra. İnanacağım tek gerçek budur. Ve seni hatırlayacağım halin, benim küçük kıvırcık saçlı halimle koltuğunuzda oturduğumda dedemin sabah Türkiye gazetesi okuyup, gözlükleri üzerinden seni dinlemesi, senin ona şuan hatırlayamadığım bir şeyler anlattığın an. Tüm ölümler bana çocukluğumdan bir kare. Ama sen zenginliğin anlamısın anneanne. Hoşçakal.