Akşam olmuş. Önümde bilgisayar, masamda çeşitli kağıtlar, Yargı kararları, ihtarlar, dava dilekçeleri. Fonda sevdiğim ama adlarını bir türlü de bilmediğim, sadece tonundan hoşlandığım popüler jazz tınısı. “Popüler” ne güzel, ne de havalı bir kelime.
Bugün adliyede pek havalı kadınlar gördüm. Gurur duyuyorum meslektaşlarımla. İstanbul Barosu’nda kadın avukatların nerdeyse erkek avukatlarla eşit sayıda olduğunu, önümüzdeki yıllarda istatistiki olarak daha fazla kadın avukata sahip olacağımızı biliyor muydunuz? Buradan birkaç sonuç çıkıyor bence. Kadınların hak ve hukuka olan inanç ve emeği. Kadınların güven ilişkisi gerektiren işlerde başarılı oldukları. Kadınların empatik olduğu. Kadınların kendi işlerini yaparken, bağımsız ve özgür olarak daha başarılı oldukları. Bu sonuçları sıralarken kurumlarda çalıştığım yıllar aklıma geliyor. Bir çok kadının eşlerine, çocuklarına zaman ayırmak için yaptığı fedakarlıklar da. Toplantılara kaya gibi giren ama çıkışta çocuklarına gözleri dolu dolu yetişmeye çalışan anneler. Evine yetişip kocası gelene kadar yemek çıkarma telaşı içinde olan eşler. Evet bu nesilde ve son yirmi yılda hem çocuk, hem kariyer yaptık, iyi bir eş, harika bir arkadaş, özverili bir yoldaş olduk. Çok iyi bir çalışan, sevgi dolu aileler olduk. Ama nedense terkedildik, mükemmelleştikçe daha az değer biçildik, güzelleştikçe maddeleştik. Ne kadar mükemmele yaklaştıysak o kadar mutsuz olduk.
Düşünüyorum nedenlerini. Hayır bugün ne kadar eril olduğumuzdan, her şeyle mücadele etmemiz gerektiğinden bahsetmeyeceğim. Yine de kadın olduğumuzu, şefkat ve sevgi isteyen yüreklerimizin naifliğinden, kırılganlığından bahsetmeyeceğim. Ben bugün kadınlar arası rekabetten bahsedeceğim.
Kaybetmeye başladığımız ilk nokta rekabet etmeye başladığımız an oldu. Birlikte daha güçlü olabilecekken birbirimizden “daha” güçlü, ”daha” güzel, “daha” akıllı olmaya odaklandık. Kimileri varlığını armağan etti bu yolda. “Daha” lardan seçtiği birine ulaşmak için. Mesela birbirimize saygı göstermedik de, birbirimizin sevdiğine göz diktik. Birbirimizin koltuğuna. Erkeklerle rekabet mi korkuttu, kıskaçlık mı nedir bizi birbirimize düşüren bilemedim. Keşke dedim hep, keşke yan yana olsaydık.
Birinin sevgilisine mesaj atarken gocunmadık. Kendimize layık gördük. Birbirimizin işini ve emeğini hiç ederken acımasız olabildik. Nasıl olabildi? Sonuçta daha yalnız, daha güvensiz olduk. Birbirimizin kız arkadaşlığı daha güvenilir iken vazgeçilmez olmadı, ilk bulduğumuza yaslanıp önce kız arkadaşlarımızı unuttuk. “Aman canım”, onlar anlardı. Sonra da ilk onlara koştuk. Yaslanacak omuzlardı. Hep de affedici olduk. Gücensek de affettik birbirimizi. Empati kurduk. Oysa biz omuz omuza kalmalıydık. Derken yine de kadın olduk. Kimimiz kadük kaldı, ergenlere kaybetti rekabeti, kimimiz olgunlara, kimimiz deneyime. Bildim ki ben, her seferinde yeniden yan yana geleceğiz. Her gece uyudum bu rüyaya. Kız arkadaşlarım hep yanımdaydı. Ben de hep yanlarında olmaya çalıştım. Birbirimizin yalnızlığını da , sessizliğini de, suskunluğunu da tek bir bakışla birbirimizin yüzünden bir biz okurduk. Aslında bir kadın dünyası kurduğumuz doğrudur. Aslında birbirimizle rekabet etsek de birbirimiz gibi olduğumuz da doğrudur. Aslında her umutsuz gecede yarına uyanacağımız doğrudur. Aslında birbirimizin en zor anlarında birbirimizin kulağına fısıldadığımız doğrudur; “Güneş yine doğacak”!