Terkedilmiş gibi hissediyorum. Acımı yaşayamamam bundan mı? Dolmayacak boşlukları kabul etmememden mi? Oysa bugün bana bıraktığı “emekçi” olmanın kutlandığı gün.

Toplumda, çalışma hayatında hakkım olan yeri hedeflememi sağlayan, oraya onurlu bir mücadele ile çıkmam gerektiğini öğreten, kendime yetmemi, emeğimin ve kimliğimin sömürülmesine izin ve fırsat vermeksizin bana hayatı öğreten, en büyük mirası “onurlu” ve “emekçi” yaşam mücadelesi olan… Babam! İtiraf edemiyordum ama… Beni terk etmişsin gibi hissediyorum. Oysa kendime yetmem en önemli mücadelelerinden biriydi. Sensiz kendime yetmiyor muyum? Arayışlarım, beklentilerim, bekleyememelerim bundan mı? Bir türlü tutmayı kabullenemediğim yasımdan mı?

Birçok kadının gölge kalmayı sevdiği, seçtiği, “aile” kavramını ayakta tutmayı farklı bakış açılarıyla yorumladığı bağımlı ilişkilerin, yazmakla tüketemediğim senaryolar dünyasında…

“Ben dominant kadın seviyorum” cümleleri ile sorumluluğu başından atmayı ve yıkmayı en baştan hedef tutmuş adamların, yazmakla tüketemediğim gariplikler dünyasında…

İşini yaparken her an geçilen sınırları yerli yerinde tutmak için işe harcadığı emekten fazla emek harcamak zorunda olanların yazmakla tüketemediğim zorluklar dünyasında…

Zayıflıkların arandığı, en yumuşak yerine basarak sivrilen egosal mutlulukların legosal dünyasında… Bulunduğun yer neresiyse, bir yerlerden gördüğün, işte bu mucizevi umutlu nefes almanın, nefes almayı bıraktığın dünyasında!

Koşup sarılmak istediğim, anahtarı çevirdiğimde varlığı ile evimi dolduran… Hayallerimin ardında tek başınalıklar dünyasında…

Terk ettin gittin işte!

Susuzluğun, açlığın; sevilmek, saygı duyulmak, kabullenilmek ile sınandığı bir dünya ile…

Her mücadelenin arkasında ikinci adam (ama kadın değil) olmak için itilmeye çalışılan, liderlik payını ancak ücret mukabili, yine nüfuslu adamların dokunuşu haricinde almanın kan, ter göz yaşından geçtiği bir dünya ile…

Kırmızı rujun öpüşmekten daha baş döndürücü olduğu, dekoltenin beyinden önemli, karakterin zayıfsa ya da itaate uygunsa mutlu olacağının vaad edildiği, cümlelerinin değil de ancak fotoğraflarının çekim yaratabildiği bir dünya ile…

Her nefes alışımda kim olduğumu kendime hatırlatırken, sayende bildiğim hayat amacımı unutmaksızın var olmaya çalışırken, adaletle evriltemediğim, özgürlüğün sınırları ile varlığımı(zı) koruduğumuz bir dünya ile…

Bıraktın gittin.

Sen varken de bu dünya aynıydı oysa. Farklı olan sadece senin varlığındı. Çünkü sen bana baktığında, kimin ne gördüğünün önemi yoktu! Güçlü olmaya çalışmam sırtıma kırbaç indirecekse indirirdi, biri bana bakarken fiziksel varlığıma ve uzuvlarıma odaklanıyorsa, varlığımı da bedensel bir beklentiye bağlı tutuyorsa kendi bilirdi. Akıllı olmam; cingöz, acımasız, fırsatçı gibi algılanıyorsa korkudandır herhalde diyebilirdim. Tek, dimdik! Hep zor, genelde yalnız bırakılan bir yoldur bu! Ama sen varken… Farklıydı anlıyor musun? Çünkü senin bende gördüğün hep 5 yaşımda, kıvırcık saçlı, küçücük elli, masum ve minik bir çocuktu. Çünkü senin gördüğün ruhumdu! Şimdi 35 yaşında, üstelik hep o 5 yaşındaki ruhla, elim, gözüm, yüzüm kan, revan, ıslak Baba. Tek başına fırtınanın ortasında. Kendine yeten! Kimsenin senin baktığın gibi bakmadığı, baktığında ne garip anlamlar yükledikleri ve ancak görmedikleri…Sen gittin ve ben artık umursuyorum Baba. Sanki seninle, senin görebildiğin ben de gitmiş gibi! Yas tutamıyorsam da acıdan çıkan içim her fırsatta “burdayım” diyor. Susturuyorum… Susuyoruz birlikte!

Bağlarım çözülse, tek bir baktığım göz beni senin gördüğün gibi görse…

Aile geçmiştir… Geçmişinle sınav yaşamak gibidir yargılar. Oysa sevmek gelecektir. Sınavlarındır. Sevmeyerek, sınava girmemiş olmuyoruz. Sınav kağıdını boş vermiş oluyoruz. Konu nasıl mı buraya geldi? Çünkü beni sen gibi gören yok baba.

Kendime yettiğim gibi kaç kadın kendine yetme mücadelesinde gittiğin yerden görüyor musun? Kardeşimi ve annemi? Görüyor musun bak, herkesin insan olduğu, eşit dünyalarımızda, eş olamayan hayatlarımızı. İzliyor musun baba?

Terkedilmiş gibi hissediyorum sen gittiğinden beri. Sen gibi bakamadığından kimse. Ama senin gördüğün kızı korumaya çalışan tüm hallerimle. Nefes aldığı her anla, senin gördüğün halimi korumaya emek harcayarak. Onurlu, istismar edilmeyen, ettirmeyeceğim varlığım, sorumluluğunu teslim aldıklarımın varlıklarıyla. Bugün benim gibilerin kutlu günü. Senin olmadığın bir kutlu gün daha. Bugün, senin her sene gönderdiğin çiçeklerim de yok, ruhumda açan çiçeklerim de!

Sence, sen gibi görecek mi bu dünyada bir çift göz bir kez daha? İhtiyacım yok değil mi? Duydum evet seni… İç sesimle öğrettiğin her cümle cevap verdiriyor. Bakana ihtiyacım yok, bakmaya devam etmeye ihtiyacım var! Kutlamaya devam etmeye. İyi ki varım değil mi? Terk edip gitmiş olsan da… Ama sen de iyi ki varsın Baba. Sendeki gibi olsa erkeklik, bu dünyada “kadın hakkı” diye bir şey olmasına gerek kalmadan insan sadece “insan”, hak sadece “insan hakkı” olurdu. Biz de Adam gibi dimdik olmayı değil, insan gibi dümdüz olmayı bilirdik!

Ama sen yoksun!